Yaklaşık 7 yüzyıl boyunca bütün Ortadoğu ve Orta Avrupa'nın büyük bir bölümü kanlı savaşlara sahne oldu. Bunun temel nedeni Osmanlı İmparatorluğu ve sultanların mutlakıyetçi yönetimiydi.
Hıristiyan toplumların uyruk altına alınması, bunun kaçınılmaz olarak getirdiği 'haç'la 'hilal' arasındaki din savaşları ve özgürlük isteyen bu halkların birbiri ardına başkaldırması öyle bir ortam yaratmıştı ki bu durum, Osmanlı İmparatorluğu sultanların damgasını vurduğu kimlikte kaldığı sürece bir felaketler kaynağı olmaya devam edecekti.
Mustafa Kemâl Paşa'nın ulusal hareketinin başarıya ulaşmasıyla 1922'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması, bu hoşgörüsüz ve istikrarsız ortama son verdi. Aslında, bir ulusun yaşamında bu kadar kısa sürede, bu kadar radikal bir değişiklik çok az gerçekleşmiştir.
Hukuk kavramının dinle iç içe girdiği teokratik bir rejimle yönetilen ve çökmek üzere olan bir imparatorluktan, güçlü ve yaşam dolu, çağdaş ve ulusal bir devlet doğmuştur.
Büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa'nın atılımlarıyla sultanların mutlakıyetçi rejimi devrilmiş ve devlet gerçek olarak laikleştirilmiştir. Bütün bir ulus, çağdaş uygarlık düzeyine erişme azmi ve hevesiyle gelişmeye koşmuştur. Hem de üstelik, Türkiye'nin bugünkü etnik yapısına uygun iç reformlar, barışın sağlamlaştırılması hareketiyle atbaşı gitmiştir.
Gerçekten de Türkiye, başka uluslara mensup halkların oturduğu eyaletlerin kaybını dürüstçe kabullenmiş ve anlaşmalarla belirlenmiş etnik ve siyasi yeni sınırlarından tatmin olarak Ortadoğu'da gerçek bir barış öncüsü haline gelmiştir. Eski Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye'deki derin değişikliklerin etkisini ilk hissedenlerden biri, yüzyıllar boyu süren kanlı savaşların birbirimize düşman ettiği biz Yunanlılar olduk.
Küçük Asya faciasından hemen sonra, savaştan yeni doğmuş ulusal bir devlet olarak çıkan Türkiye'yle bir anlaşma zemini olabileceğini düşünerek dostluk elimizi uzattık ve o da bu teklifi samimiyetle kabul etti.
Gerçekten barış istedikleri takdirde en büyük farklılıkların böldüğü halklar arasında bile anlaşma olasılıklarına örnek olabilecek bu yakınlaşmadan söz konusu iki ülke için olduğu kadar Yakın Doğu'da barış düzeninin korunması için de sadece iyi sonuçlar alınmıştır. Barışın yaratılmasının değerli katkılarına borçlu olunduğu insan ise Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa'dan başkası değildir. 1930'da Türk-Yunan Antlaşması'nın imzalanması Yakındoğu'da barışa doğru yeni bir döneme yol açtığı sırada, Helen hükümeti başkanı olarak ben, Mustafa Kemal Paşa'nın Nobel Barış Ödülü madalyasına adaylığını önermekten onur duyuyorum.
Sayın Başkan, en derin duygularımın kabulünü saygıyla rica ederim.
E.K. Venizelos
(Fransızca aslından gazeteci-yazar Doç. Dr. Yazgülü Aldoğan tarafından tercüme edilmiştir.)