|
|
|
Ana Başlıklar |
|
|
|
|
|
|
|
Haftanın şiiri |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23.12.2013
DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAY
Ben, Mustafa Fehmi Kubilay
İzmir Erkek Öğretmen Okulu’ndan
Cumhuriyetin, fikri hür
Vicdanı hür, irfanı hür öğretmeni
Elimde cumhuriyet meşalesi
Onurla taşıdığım
Orduda asteğmendim
Yaşım henüz yirmi dört
Soğuk bir kış günüydü
İzmir Menemen’de
Tarih 23 Aralık 1930
Nöbetteydim
Derviş Mehmet ve adamları
Sarıklı yobaz sürüsü
Ellerinde yeşil bayrak
Naralar atıyorlardı
“Şeriat isteriz
Şapka giyenler kâfirdir
Hilafet ordusu gelecek
Cumhuriyet yıkılacak”
Düşmanı kovmuştuk yurttan ama
Cehalet en büyük düşmandı
Emrimde bir manga asker
Dikildim önlerine
“Yaptığınız kanunsuzdur
İsyandır,” dedim, “Dağılın!”
Gözleri dönmüştü
Yürüdüler üstümüze
Emir verdim askere
Kuru sıkı ateş ettiler
Gerçek mermi almamakla
Hata etmişiz meğer
Korkudan yıkılanlar
Kalktılar birer ikişer
“Bize kurşun işlemez,” dediler
Tekbir sesleriyle
Çullandılar üstümüze
Boğuştuk, direndik
Yüzlerceydiler
Bir bağ bıçağıyla kestiler boynumu
Şorul şorul akıttılar kanımı
Sonra Bekçi Hasan
Ve Mustafa Beyler şehit edildi
Bir mızrağa geçirip başımı
Dolaştılar Menemen sokaklarında
Kanım şıp şıp damladı toprağa
Görüyordum, gözüm hâlâ açıktı
Kemal Paşa duydu sesimizi
Askeri sürdü Menemen’e
Hainler yakalandı birer birer
Hesap verdiler kanun önünde
Olamazdı Türkiye Cumhuriyeti
Şeyhler, müritler, dervişler diyarı
Biz Cumhuriyeti savunduk
Yoluna baş koyduk
Heykelimizde yazılıdır
“İnandılar, dövüştüler, öldüler
Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz”
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok
Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı
Ve tüm devrim şehitleri
Gezi direnişinin yiğitleri
Yanımızdadır şimdi
“Ey halkım unutma bizi!...”
Bu vatan emanetimizdir size
Bu bayrak, devrimler ve Cumhuriyet
Dünya durdukça yaşayacak
Bahattin Gemici
26.10.2012
(Şiiri dinlemek için tıklayın)
GURBETTE BAYRAM
Düşmüşsen gurbet ele
Kalmışsan gökte yıldız gibi
Bir başına naçar
Efkâr basar insanı
Şimdi çok uzaklardadır
Eş, dost ve akraba
Tüm sevdiklerin
Çoktan unutmuşlardır seni
Gözden ırak düşeli
Çocukluğunu düşlersin
Eski bayramları
El öptüğün insanları
Şeker topladığın günleri
Telefonlar ses vermez
Postacı çalmaz kapını
Bayramlar gelir geçer
Bayramlarda bir hançer
Yüreği deler geçer
Bahattin GEMİCİ
19.10.2012
Nicedir Uyu(t)muyorum Uykumu...
“Bu zından …Bu kırgın…Bu can pazarı…macera değil yaşadığım…”
Ahmed ARİF
Ben ömrümü tırnaklarımla kanattım…
Boğazımdaki neşter kesiği yaralarımın bedelini ödedim ,
ölüme ramak kalalarda…
Beni her yerde sinsice takip eden geçmişimin
bütün suçlarından hüküm giydim…
Hangi mutluluğun mavi coşkusuna öykünsem,
yargılayıp astılar sevinçlerimi söz ormanının darağaçlarına…
Sol yanımda hep bir yanı eksik kalmış yaşamımın renkli fotoğraflarını biriktirdim yol heybeme…
“BU ZINDAN”;
Payına gençliğimi düşürdüğüm…
Birkaç mısraya sığdırdığım tutsak yaşamım beyaza kesti saçlarımı…
sonra dikenli tel oldu dilim…kim dinlese öfkeden bükülmüş sözlerimi..
Acı(lan)dı…uzaklaştı coğrafyamdan…
İşte bu yüzdendir binlerce ton ağırlığım…
Oysa her bahar;
Dicle’yi emziren dağların doruğunda düşlemiştim
ateş-sönmez sevdamı…
Öyle berrak,öyle temiz…
“BU KIRGIN”;
Sevinci hırpalanmış çocukluğum…
Şimdi boz bulanık bir sudayım…
Uzun semahlara dönüyor içimdeki turnalar…
Soğumuş cesetler topluyorum kanlı tarih tacirlerinden…
Ne vakit bir çılgınlık işlesem durgunluğun tam ortasına;
Soğuk bir karakol nezaretinde sorguya alınıyor soy geçmişim…
Boynumda Amerikan kemendi,kollarımda Filistin askısı acılarla,
yine çarmıha gerili bir İsa direniyor gözlerimde…
Üzerime deliriyor üstü başı küfür kokan duvarlar..
Bağırıyorum avazım çıktığı kadar,
duyulmasın diye kalbimin tik-tak’ları…
Tırnakları sökülmüş bir ürperti yokluyor bedenimi…
Uzayan gözaltı sürelerimde kayboluyor direncim…
“BU CAN PAZARI”
Dizlerimin üstünde yürüdüğüm…
Acılar çoğalıyor…Yine adliye girişleri,koridorlar,
kapı önü nöbetlerine takılıyor yürüyüşlerim…
Kuleden kuleye üç kez uzun düdük sesi bölüyor uykularımı…
Sonra ranza dibinde ödüyorum birikmiş volta borcumu…
Zorluğun kuşatmasında susturulduğum tek ses Lââ(L)…
(s)üzülen yaşlarımda saklı,hain pusulardan kalmışlığım…
Soğuk bir ay dolanıyor uzak coğrafyamın gecelerine…
İstanbul kadar uzak,Filistin kadar büyük sancılarım
Sevda makamında türküler söylüyorum Marmara açıklarına…
Boğazın serin sularında (b)akışlarım…
Görecesiz bir yalnızlık bu…
İnadına duvar örülüyor gözlerime…
Ense kökümde köpek dişli sıcak namlular,
kasten öldürmeye meyyal bir kalleşlikle takip ediyor beni…
Tedirgin ad(ım)larla devam ediyorum yürüyüşüme…
Uzun soluklu GEL-GİT ler geceyarısını bekliyor kuşatmak için düşlerimi…
Nicedir Uyu(t)muyorum uykumu…
“BU ZINDAN…
BU KIRGIN…
BU CAN PAZARI…
MACERA DEĞİL YAŞADIĞIM…”
HASAN KARADENIZ
01.10.2012
ÇOCUKLARIMA
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel
Örneğin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar
Aziz NESİN
24.07.2012
GÖÇMEN
Sevdiklerimin başında bir bilmediğim
Görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında
Yurdum olmadan sıladayım
Kimsem ölmeden yasta
Yollarda gözlediğim ne
Mektuplarda beklediğim ne
Nereden sürmüşler beni buralar nere
buralar nere, buralar nere
Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
Buralara konmuş göçmen olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
Bülent Ecevit
03.07.2012
ANADİLİ ÖĞRENMEK
Dil öğrenmek
Ninnidir, masaldır, şiirdir
Dil öğrenmek fıkradır
Ağız dolusu gülmektir
Dil öğrenmek
Kendini anlamak
Kendin olmaktır
Kabullenmektir başkasını
Dil öğrenmek
Sıcak bir selâm vermektir
El sıkışmak
Hâl hatır sormaktır
Dil öğrenmek
Sevgiyle yaklaşmaktır
Tüm insanlara
Saygılı olmaktır
Dil öğrenmek
Önyargıları kaldırmaktır
Sınırları aşmak
Ve barışa ulaşmaktır
Dil öğrenmek
Dünü ve bugünü anlamaktır
Düşünmektir, görmektir
Aydınlığa giden yolu
Anadili öğrenmek
Karşılıksız sevgidir
Anne kucağında olmak
Ve ona sarılmak gibidir
Bahattin GEMİCİ
18.06.012
OLSAM
Buğday olsam
Avuç avuç savursan
Çorak topraklarına.
Yeşillensem.
Elin cebinde
Bir tepeden seyretsen
Rüzgarla büküldüğümü
Dansıma gelsen.
Başak olsam
Yeşil , dolgun
Bir türkü tuttursan
Yansa bağrım.
Olgunlaşsa tanelerim.
Sevginin bereketiyle
Sararsam
Harmanıma gelsen.
Keklik olsam
Kuytu kayalıklarda.
Sabahın alacasında
Rüyalara yenik düşmüşken
Kapında şakısam.
Uyansan.
Elinde , bir avuç buğday
Savursan rüzgara karşı.
Uyansan
Ah bir uyansan
Açlığıma gelsen.
Kalem olsam
Yazılmamışı yazan.
Ellerinde kırılsam.
İdam hükmünde gibi.
Doymadan seni yazsam
Destan destan
Çizsem senin kaderini
- ki kaderime eş.
Doğmamış cümlelerde
Bulsam seni
Şiirime gelsen.
Kitap olsam
Okusan usul usul
Her satırda
Yeniden bulsan
Sevgimin yüceliğini
düşürmesen elinden
Başucundan ayırmasan
Huzuru bulsan varlığımda
Kelamıma gelsen
Çiçek olsam
Koksam her dem
Yakana taksan beni
Vazonda kurusa bile duran
Rengime vurgun
Kokularıma mest
Bülbül misali yanık
Bahçeme gelsen
Hasta olsam
Haberler salsam sana
Ateşlere
Kör ateşlere yansam
Suyuna muhtaç.
Soğuk terler
Yaksa gözlerimi
- ki o gözler uykuna hasret.
Ölüme yenilirken çaresiz.
Dermanıma gelsen
Ağaç olsam
Gölgemde şenlense çocuklar
Yaşlansam
Sevginin sonsuzluğunda
Oysalar biçim biçim
Beğendiğin ustalar.
Koysalar evinin köşeciğine
Al örtüler serseler üzerime
Başucumda çıngırak
Ve mavi boncuklarla bezeli
Beşiğime gelsen
Dağ olsam
Yüce yüce
Beyazlara kesse başım
Dumanlar içinde
Mor akşamlar olsa üstüme
Yeşillerimde kuzular melese
Kavalını çalsa çobanlar
Yanık yanık
Eteğime gelsen.
Ateş olsam
Dumansız.
Ormana ,çiftçiye dost.
Anadolu’mun
Ayazında gezinirken
Ve bakarken
Güneşin battığı yere doğru
Üşüsen yokluğumda
Titreyerek
Ocağıma gelsen.
Su olsam
Çağıl çağıl
Aksam kayalıklardan
Ceylanlar dolaşsa pınarlarımda
Bülbüller figanda
Güller tarumar
Yansan kor ateşler gibi
Günahının sıcağından
Kaynağıma gelsen.
Kumaş olsam
Dallı,güllü,allı,morlu
Dikseler
Nasırlı elleriyle Köyünün kadınları.
Koyunların sıcağından
Lif lif etseler yünü
Doldursalar bağrıma
Alsam içime
Sevginin sıcağını.
Gözlerinde
Uykunun sarısı,koyusu
Döşeğime gelsen
Ana olsam
Anadolu gibi
Asena gibi
Açılsa kollarım kocaman
Bolluğum ,bereketim
Süt dolmuş memelerim
Açlığında sızlar durur
Savunmasız
Korunmasız
Azıksız
Ve anasız olsan
Kucağıma gelsen.
Gelin olsam
Avuçlarımda
Mis kokulu kınalar.
Davullar vursa gümbür gümbür
Gençler deli dolu
Halaylar çekseler akşama dek.
Kadınlar
Ağlatan türküler söyleseler.
Tepsilerce yemişler saçılsa avuç avuç.
Mor dağlara yayılsa
Kavalın yanık sesi.
Başıma parlayan teller taksalar
- ki kör karanlıklarda göresin diye
Belimde kızıl kuşak
Alnımda sarı liralar dizili.
Yüzüme ak örtü serseler
Ve deseler ki;
Seni seven açacak bunu
Ahh...
Duysan da
Düğününü ,toyunu
Yaşmağıma gelsen.
Duvağıma gelsen
Toprak olsam
Üstünde gezindiğin
Bağrımda taşıyarak her çileyi
Ezilen,hor görülen.
Kah bin bir lezzette yemiş,
Kokladığın kır çiçeği
Kah yediğin ekmeğin.
Bereketin olsam.
Yangınınla
Yarılsam pare pare
Bir kat re suya hasret
Yağmurunda Rabbımın
Koksam burnuna.
Buram buram.
Beklesem seni
Yüzyıllar boyu
- Güneşe,rüzgara inat
Bir gün
Huzurla uzansam
Bir selvi altına
Seriliversem kapkara
Üzerimde
Adı bilinmez otlar bitse
Ve güvercinler dolaşsa
- Kara kargalara inat
Çağırsam seni
Selalarla
Ezanlarla.
Açılan avuçlarında
Sevenlerinin
Dualarla uğurlansan bağrıma
-ki hasretinle yanmaktadır amansız.
Mezarıma gelsen
Çiğdem Altınöz
13.06.2012
SEN.. ..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
NAZIM HİKMET
29.05.2012
BİR CUDİ ÖYKÜSÜ
Bir cılız dere akardı cudi dağından aşağı
dere başı köyümdü benim iki yanı bahçe
bahçelerin varı yoğu sarı armut kırmızı nardı
köyde bir avuç insan hısım akraba kız kızan
koyunlar gibi sığışır gübre sıcağına yuvaların
yaşamadan yaşardık
ne dünya haberliydi köyümden
ne köyüm dünyadan haberli
ne dünyanın yararı vardı köyüme
ne köyümün dünyaya zararı
dünya ayrıydı köyüm ayrı
kimi geceler kayadan kayaya
silah sesleri sıçrardı uzaktan
bir masal devi uyanırdı cudi dağında o zaman
karabasan gibi çullanırdı üstümüze
aç kurtlar gibi çağrısız konuklar inerdi bazen köyümüze
gecenin koynunda çaresizi yürek gibi çarpardı korkudan evlerimiz
kimi gelir unumuzu alırdı
kimi gelir canımızı
kim kanundur
kim eşkiya
kim dosttur
kim düşman
bilemezdik arada biz kurban
derken bir gece yarısı bana geldi kurbanlık sırası
köyümün koynundan kopardılar
kayalara apardılar
vatan millet uğruna vurdular beni
dalında kaldı armudumla narım
üç öksüzümle bir de yarim
cudi dağından aşağı bir dere
hala akar mı bilmem
ara sıra bana türkü yakar mı bilmem
Bülent Ecevit
16.05.2012
O GELIYOR
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren,
Cana heyecan veren
Al yüzlü Oğan güneş.
Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar ?
Siz de bir an öyle yırtınız uykunuzu.
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü Oğan güneş.
Bugün Çaltıburnu'ndan gülerek doğan güneş.
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular.
Uyumak ölüme eş.
Diriltir ruhunuzu,
Ufukta bir gemi var.
Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor ?
Fakat yolu mu az, yoksa yükü mü ağır ?
Bu gemi umut yüklü, insan yüklü, hız yüklü !
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır.
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki, gökler bir küme yıldız yüklü.
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Ufukta duran gitgide yaklaşıyor.
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülde taşıyor.
Üzülmemek elde mi ?
Hız yüklü, iman yüklü, umut yüklü bu gemi.
O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız, doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli inleyen her yürek canlanacak.
Ateşler püskürecek uyuyan volkan gibi.
Gittikçe büyükleşen
Gölgene dikilmekten karardı gözlerimiz.
Koş, atıl gemi, sana engel olmasın deniz.
Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel !
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgar gibi es de gel !
Celal Sahir EROZAN
11.05.2012
DÜNYA ÇOCUKLARI
(Çocuk Marşı)
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Hey, hey, hey /Asya, Avrupa, Afrika
Avustralya, Amerika
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Gözden yaş akmayan dünya isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Gecenin sabahıyız biz
Dalda açan tomurcuğuz
Sevgilinin dudağında
Kızıl açan gülücük biziz
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Susuz çatlamış toprağa
Şak şak şak akan yağmuruz
Çayırda kırda dağda açan
Bin bir renkte çiçek biziz
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Avrupa’da mavi gözlü
Amerika’da yeşil gözlü
Afrika’da mor menekşe
Ela gözlüyüz Asya’da
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Tenim Afrika’da kara
Esmer doğdum Asya’da
Beyazlaştım Avrupa’da
Amerika’da kızıl tenim
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Toprak verdi rengimizi
Her yerde çocuğuz biz
Biz seçmedik anamızı
Bilin hepimiz kardeşiz
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Biz sevgi isteriz
Barış isteriz biz
Savaşsız dünya isteriz
Ter temiz sular isteriz
Hey, hey, hay
Duyun sesimizi
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Perişan eder yoksulluk
Öldürür savaşlar bizi
Yüreği yanar anamızın
Büyükleredir çağrımız
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Savaş yakar kül eder
Dört yanıma nefret yayar
Bu kül bir gün sizi boğar
Yaşamalı bu güllerim
Hey, hey, hay / Duyun sesimizi
Sevgidir inacımız, milletimiz
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Biz sevgi barış isteriz
Atomsuz, tüfeksiz
Her yanı çiçek açmış
Savaşsız dünya isteriz
Hey, hey, hay
Duyun sesimizi
Biz dünya çocuklarıyız
Barış isteriz biz sevgi isteriz
Aynıyız her yerde / Hey, hey, hey
Mayıs 2011 / Molla Demirel
0
10.04.2012
'' Eskiden ''
Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize…
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…
Can Dündar
02.04.2012
Göklerde Kartal Gibiydim
Göklerde kartal gibiydim
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim
Bahar vaktinde kırıldım
Yar olmadı bana devir
Her günüm bir başka zehir
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım
Ekmeğim bahtımdan katı
Bahtım düşmanımdan kötü
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum
Yar olmadı bana devir
Her günüm bir başka zehir
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım
Sabahattin Ali
(Dinlemek için tıkla)
19.03.2012
SENİ ÖYLE BIRAKMAMIŞTIM
Hiç bir şey bıraktığımız gibi değil
Dünkü çocuklar büyümüş, delikanlı
Düşleri var ki bizimkine benzemez
Günü kurtarmaktır tek kaygıları
Çayda yüzerdik bir zamanlar
Eşmeler açardık kıyılarda
Testilerle taşırdık suyu evlere
Ne balık kalmış ne de kurbağa
Atık yağlar, çamaşır suları
Pis kokular sarmış ortalığı
Okulum, o eski okul değil
Akasya ağaçları vardı önünde
Sırtımızı yaslar, kitap okurduk
Hayaller kurardık geleceğe dair
Hiç bir şey bıraktığımız gibi değil
Acılar katmerlenmiş sadece
Herkes can derdine düşmüş
Bakmaz olmuş birbirine
Seni öyle bırakmamıştım
Ne kadar da değişmişsin
O sen, sen değilsin belki
O ben, ben değilim
Meydanlar da o değil sanki
Bizim afişler süslerdi her yanı
Bizim şarkılarımız söylenirdi
Sesler, bildik ses değil
Akşam olur, kasvet çöker
Bir şarkı dolanır dilime
Bir yıldız kayar
Seni düşünürüm
Bahattin Gemici
08.03.2012
Kadınlarımız
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru…
Nazım Hikmet Ran
Şiiri dinlemek için tıklayın
28.02.2012
Havada duran bebek*
Almanya’da bir bebek var, havada durur,
Havada yer içer, havada oynar, havada uyur.
Almanya’nın Ludwigshafen şehrinde,
Danzing Meydanına bakan köşede,
Bir Türk bebeği var, adı Onur, havada büyür.
Almanya’da bir bebek var, boşlukta yürür.
Meleklerin yakıldığı evin önünde,
Fırlamış alev kundağından,
Seyrediyor Ren Nehrinin yorgun sularını,
Seyrediyor “Evrensel İnsan Hakları”nı,
Dinlerken çığlıklarını ablalarının.
Bakıp bakıp görmüyor musunuz onu?
Yakılan 32 numaralı evin önünde,
Beş salıncak boyu yüksekte,
Minik patikleriyle yürüyor boşlukta,
Kurt-Schumacher köprüsüne gidip dönüyor,
Gülüyor barbarların fırıldaklarına,
Seyrediyor Avrupa’nın “çok kültürlü” yalanını.
112 - İtfaiye, beş dakika yakında,
Ama, beş asırlık uzakta itfaiye müdürü.
“Duyacak duyacak anlamayacaklar,” ya! **
Bay Frederik, Türkçe anlamıyor, güya,
Cenaze arabalarını yolluyor, yangın ocağına.
Bakacak bakacak görmeyecekler, ya!
Görmüyor emniyet müdürü Herr Fromm,
Görmüyor Angela Merkel, Herr Köhler de.
Havada duran bebek görüyor ama,
Görüyor yukardan: Elleri sıcacık ceplerinde,
Bakıyorlar, mil çekilmiş pencerelere.
Havada duran bebeği kurtaramaz bakan Maria.
Kurtaramaz Rotes Kreuz*** filan numara,
Ne de Haçlı İslam İrtica Merkezleri,
Okuyup üflerler yangına, onlar okuyup,
Dua ederler sonra, malum makamlar katına.
Havada duran bebek seyrediyor:
Alev topacı çeviren müsteşarları, cüce elçileri,
Ateşle oynayan konsolos goncolosları,
Yazıyor olup biteni beyaz kağıtlara...
Ama, Ankara’nın hafızı kör, silinmiş hafızası;
Mübarek olsun Berlin cadısının gazası.
Havada duran bebek yere inecek,
Onurumuz da toprağa ayak basacak o gün.
Havada duran bebek yere indiği gün,
Çıkacak kundakçı ekselansların katına.
Çarpacak, yüzyılın suç defterini,
Çarpacak yüzü olmayanların suratına.
HÜSEYİN HAYDAR
*Almanya’nın Ludwigshafen kentinde, 3 Şubat 2008 tarihinde, Alman ırkçıların, Türklerin oturduğu binayı kundaklaması sonucu, yakılarak öldürülen 9 yurttaşımızın anısına.
**İncil 5. Kitap, Elçilerin İşleri 28:26’dan.
*** Kızıl Haç.
16.02.2012
AVRUPALI KARDEŞLERİM
(Faşizmin Kurbanlarına)
Faşizmin Kurbanlarına
Ah Avrupalı dostlarım, ey gül kokulum
Hepimiz topraktan geldik
Günün her anında sevinç
Ve acı çığlıklarımız karışır biri birine
Fırtınalı geçiyor gecelerim
Beni senden koparıp
Köpeklerle kovalıyorlar
Ve yakıyorlar ana kucağında çocuklarımı
Susuyorsun sen
Afrikada ki ve Asyada ki çocukların
Kaplumbağaların yaşam hakkını
Savunan Avrupalı dostlarım
Neden bu kadar ön yargılı
Bu kadar bana düşman
Ve bu kadar bana dostsunuz
Yakılan evlerden yükselen çocuk sesleri
Ve doğduğu topraklardan koparılıp atılanların
Sesi bir nehir gibi akıyor gökyüzüne
Yer gök acılar içinde
sizse tıkıyorsunuz kulaklarınızı
Ah dostlar inanın bana
Anadolu'dan gelen her milliyetteki insan
Türk, Kürt,
Laz, Ermeni,
Yahudi, Arap
Ekmeğinize katık ediyor alın terini
Karıncalar gibi çalışıyor bu topraklarda
Barış ve sevgi dolu bir gelecek kurmk için sizinle
Bahar mevsimi gibi verimli elleriyle
Sofralarındaki tek dilim ekmeği bölüşmek için
Öz kardeşleriniz kadar yakınlar size
Avuçlarında deste deste karanfille barış
Ve dostluk dolu bir dünya sunarlar size.
Nasıl unutursunuz dostlarım
Nasıl görmemezlikten gelirsiniz
Alın terim katılır alın terine
Çiçeklerle süsleniyor
Alın terimizle sulanan bu topraklar
Hep sevindim mutluluğunuza
Ayrılmadım makinanın akan bandından
Kattım geceyi gündüzüme
Ulaşmanız için bu lüx yaşama
İçtiğin suda / Kaşıkladığın çorbada
Ve uzandığın yatakta terim var
Yorulmasın diye elleriniz
Ellerimi verdim size
Ah dostlarım
Bakın tarihe her zaman Anadolu insanın
Kapısı açık olmuştur size
İnanın bana ne hırsızdır / Ne katil
Ne de düşmandır size
Sofralarını / Denizlerini / Dağlarını
Ve ormanlarını hep açık tuttu size...
Ah Avrupalı dostlarım,
Bu topraklarada aynı yatakta
Gözlerini dünyaya açtı çocuklarımız
Çığlıklarımız ve savincimiz karışıyor birbirine
Birlikteydik Bergkammen'daki göçük altında
Thysen'de akan band ikimizin kanıyla boyandı
Bu ellerimle yarattım lüx yaşamını
Almıyor musun giydiğin gömlekte
Ve çiğnediğin lokmada terimin kokusunu
Ne kadar tez unutkansın Avrupalı kardeşim
Dünkü savaşta param parça olmuştun
Ben sarmaya geldim yaralarını
Birlikte onardık savaşın tüm yıkıntılarını
Ellerin gibi hünerli ve unutkansın
Tez kandırılırsınız düşmanlarınızca
İnandığınız kutsal kitaplara
Ve iki gözüm üstüne yemin ederimki
Anadoludan göçüp gelen her milliyetten insan
Avuçlarında bir tutam gül uzatır gibi
Yüreklerini uzatırlar size
Her yürek bir dünya
Nasıl kıyar da boş bir şişe gibi
Alıp yere çalarsınız
Dost postuna sığınmış düşmanlarınız
Ön yargılarla doldurmuşlar sizi
Hiç bir kutsal kitapta yeri yoktur
Birlikte yaşadığın insanları dövmek
Kovalamak / ve çocukları yakmak hakkı
Hep kolayı seçiyorsun Avrupalı kardeşim
Asya ve Afrikada ki kaplumbağanın
Yaşama hakkını savunursun
Seninle aynı toprakta doğan çocuklar
Korku ve acı içinde
Yakıyorlar ve kovalıyorlar doğdukları bu topraklardan
Sen suskunsun
Bu nasıl hak, bu nasıl yürek...
Aç gözlerini Avrupalı kardeşim
Zalim silah tücarı
Karanlık çadırını kurmuş dünyamıza
Kan yitiriyor damla damla
Gelinciklar / Kuşlar ve çocuklar
Gözyaşları karışıyor birbirine
Güvercinler yorgun karşılıyor sabahın morunu
Hepimiz konuğuz bu dünyada
Birileri banka hesaplarını dahada büyütmek için
Ateşe veriyor çevreyi
Hangi limana demirlenecek gelecek nesil
Kuzey Denizi'nde büyük dalgalarla boğuştuğumda
Elimdeki şişeye koydum yazdığım son mektubu
Akdeniz sahillerinde bulmuş onu sevgilim
Yitirmemiş ak umutlarını
Salmış oniki ak kanatlı güvercini gökyüzüne
Şarkılar yakmış biri öbüründen güzel
Kuşlara ve balıklara yem verir gibi
Avuç avuç salmış denize
Sesizliğin deli ediyor beni Avrupalı kardeşim
Sizi yeniden savaşa sürmek isteyenler
Ön yargılarla doldurmuşlar sizi
Ne kadar da unutkansınız eskiyen şu yaşamda
O savaş yıkıntılarının ardından
Yeni ışkınlar süren bir sevdayla birlikte koyulduk işe
Şu yanı başındaki gökdelenleri / caddeleri
Birlikte yarattık bu arabaları / Ve şu mağazaları
Özgürlük ve eşitlik bir kuş gibi
avcumuzdan uçan
İnan bana Anadoludan gelen her insan
Sadece terini karmadı terine
Kapılarını, dağlarını / Denizlerinin temiz havasını
Ve yüreğini açtı size
Bilirsiniz Avrupalı dostlarım
Kül olur sevginin ateşinde nefret her zaman
Kış iner hüzününüzle yüreğime
Gülüşleriniz hep baharı anımsatır bana
Aldatıyor düşmanlarınız sizi
Bahar vakti uyanın bu kış uykusunda
Farklı renklerdeki çiçekler gibi
Birliktelik verdi yaşamın anlamını
Bugün bize yabancı deyen
Size düşman gösterenler yine
Sürüklemek istiyorlar sizi bir savaşa
Kalbimi sıkıp alıyor bu kötü akan zaman
Gül bahçeleri / Çocuklar / Barış ve sevdam alevler içinde
Kırıyorlar umudumu / Hançerleniyor demokrasi
Suskunsun "demokrasi- dialog- demokrasi" diyen
Avrupalı dostlarım
Neden neden katillere göz kırparsınız
Ben yandım siz yanmayın dostlarım...
Molla Demirel
09.02.2012
Susmak
Susmak…
Bir ölüm misali,
Ansızın gelirmiş.
Kelimeler...
Bir köprü timsali,
Sessizlikten yıkılırmış.
Gözler...
Mutluluğa giden yol gibi,
Karanlıkta kaybolurmuş.
Kalpler...
Sevgiliye açılan kapı sanki,
Yalnızlıktan kapanırmış.
Meğer susmak...
Kelimelerle değil,
Gözlerine bakarak...
Kalbiyin sesini duymakmış.
Ali Sak
30.01.2012
İsyanlı Sükut
Gitmişti makama arzuhal için
Beyy dedi yutkundu eğdi başını
Bir azar yedi ki oldu o biçim
Şeyy dedi yutkundu eğdi başını
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak benzi sapsarı
Bir konağa baktı alttan yukarı
Vayy dedi yutkundu eğdi başını
Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasını sigara sardı, daldı...
Neden sonra garsonu gördü
Çayy dedi yutkundu eğdi başını
İçmedi masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
Sayy dedi, yutkundu eğdi başını
Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evine döktüler ataş
Sordum memleketin nere gardaş
Köyy dedi yutkundu eğdi başını
Yürüdü kör topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini vazgeçti birden
Oyy dedi yutkundu eğdi başını
Abdurrahim Karakoç
23.01.2012
UĞURLAR OLSUN
Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun
Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne
Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun
Selda Bağcan
16.01.2012
09.01.2012
HAKİKAT NEREDE? (OĞUZ OĞULLARI)
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk
02.01.2012
Bir yıl da böyle geçti
Hayâllerle beklemiştim o ânı
Umutlarla başlamıştım sabahı
Hülyalarla doldurmuştum zamânı
Bu gün de böyle geçti…hülyalarla canım.
Şarkılarla doluydu her günü
Hüzün dolu hasret yüklü
Do, re, mi, si`lerle süslü
Bu hafta da böyle geçti…şarkılarla canım.
Dün gece hayalinle uyandım
Dilindeki şarkıları mırıldandım
Aşk dolu, hasret yüklü sana yolladım
Bu ay da böyle geçti…hasretinle canım.
Rüyamda seninle dans ettim
Sen oynadıkça kendimden geçtim
Hayâlimi bir an gerçek zannettim
Bu yıl da böyle geçti…hayallerle canım.
Oldun hayatımın yegâne ışığı
Hasretimin tükenmez kaynağı
Kapalı yolların dönüş kavşağı
Bu ömür de böyle geçecek…yollarda canım.
Ali Sak
12.12.2011
Lavinia
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar,
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
1957
Özdemir Asaf
05.12.2011
GİDERAYAK
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinde...n
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Haziran 1959..
Nazım Hikmet Ran
28.11.2011
ALMANYA'DA ÇÖPÇÜLERİMİZ
Nasıl geçtin de boz bulanık sellerden?
Haberim mi aldın esen yellerden?
Yadigar mı da geldin bizim ellerden?
Gül-ü reyhan gibi koktun birader
Gül-ü reyhan misali koktun birader
Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar,
Ne alın yazısı, el yazısı be!
Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler
Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri,
Süpürürüz yaban ellerin sokaklarını; pis el, pis yürek!
Sığmazken atalarımız güne,yarına,
Düşmüşüm ben, düşmüşüm ben el kapılarına
Daha üçyüz yıl önce, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar
Eğilirdi bu ülkenin burçları uygarlığımıza,
Şimdi ta Bünyan'daki üç çocuk, ağızları açlıkla büyümüş
Şimdi ta Ereğli'deki dört çocuk, gözleri açlıkla iri iri
Alır karanlıklar ardından göderdiğim kara lokmasını
Sığmazken atalarımız güne,yarına,
Düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına
Ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark
Varalım dağılalım kartal Anadolu'dan yeryüzüne
Beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi
yollarını temizliyelim
Al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek
Sığmazken atalarımız güne, yarına,
Düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına
Söz:Fazıl Hüsnü Dağlarca
Ezgi: RUHİ SU
21.11.2011
Ich bin ein Baum mit zwei Stämmen
Ich bin ein Baum,
bin ein Baum mit zwei Stämmen.
Ja, ja: mit zwei Stämmen!
Das verstehst Du nicht?
Ich bin ein Baum
und habe nur eine Wurzel,
eine Wurzel dort, wo ich geboren bin.
Du willst, daß ich immer grün bleibe,
willst mich biegsam wie eine Weide
oder blühend wie eine Linde?
- Aber ich bin ein anderer Baum
und habe zwei Stämme.
Sie sind nicht gleich -
können nicht gleich sein.
Es ist schön und doch schwer,
zwei Seelen zu haben.
- Du willst, daß ich eine wähle,
Nur eine Seele?
Aber schau dir diesen Baum an,
wie lebendig er ist, wie harmonisch!
Und nun stell dir vor,
ein Stamm würde abgeschnitten.
Wie verletzbar müßte er sein,
mein Baum.
Nein, ich möchte keinen Stamm verlieren,
ich will ich bleiben...
und weiterwalzen.
Denke nicht, ich stelle mich über die anderen.
Nein, ich bin ein Baum unter vielen;
nur ein wenig anders:
Eine Wurzel, ein Herz...
aber zwei Seelen.
Maria Bender
07.11.2011
Aşık Veysel (dinlemek için tıklayın)
24.10.2011
ŞEHİT
Yeşil bir yağmurdur, yağar geceleri ekinlere,
Sabah güneşi gibi vurur pencerelere,
Ona hiç ölü diyebilir miyiz?
Kolayca girer evden içeriye,
... oturur eski yerine:
Anne ben geldim!
Anne mutfakta dalmış işine,
Oğlunun sevdiği yemekleri yapıyor.
Anne ben geldim!
Kalkıp geçiyor bir odadan ötekine.
Dağı tırmanıp geçiyor
bir tepeden ötekine.
Ona hiç ölü diyebilir miyiz?
Severiz bütün ölüleri biz,
onu sevdiğimiz için.
Anne oğluna sevdiği yemekleri yapıyor:
Ana sütü, ana dili, ana yüreği,
ana toprak...
Anne yemekleri bolca yapıyor, bütün şehitleri ağırlayacak.
Kuruluyor kutsal sofra:
Mataralar şerbet dolu.
Mayınlıyor yolu,
uzaktan kumandalı hayın.
Sakın ağlamayın, gülmesin şeytan!
Anne gizlice ağlıyor içeride: Memeet, Memoo!
Bebek emekleyerek geçiyor
yerdeki kilimi.
Anne övünüyor oğluyla:
Evimin direği, evimin çiçeği o.
Mehmetçik dirsekleri üstünde geçiyor yedi iklimi.
Açılıyor sekiz kapının kanatları
ardına kadar.
Geldim anne, diyor. İşte geldim.
Ben ırmak oldum bak:
Su gibi içsin beni halkım.
Anne ben buğday oldum,
un oldum, ekmek oldum:
Halkımın karnı tok olsun.
Anne ben yıldız oldum:
Halkımın başı dik olsun!
HÜSEYİN HAYDAR
17.10.2011
Cumhuriyet
Cumhuriyet demek çocuğum
Çağdaşlık demektir
Cumhuriyet demek çocuğum
Güne erişebilmektir
Yaşamak
Dünyaya gelmek değil ki çocuğum
Yaşamak
Dünyayı kavrayabilmektir
Kokuşmuş tüm değerlerden sıyrılıp
Yeni ülkü
Yeni şevk
Yeni bir rejim demektir
Cumhuriyet demek çocuğum
Bunları size verebilmektir
Bak dünya kaç göz oda
Hepsinde türlü şarkı
Kiminde ekmeğe muhtaç
Kiminde ballı börek
Kiminde bilimsel çalışma
Kiminde nefese kuvvet
Cumhuriyet demek çocuğum
İşte kaldırıp bu farkı
Ülkeni sevdirebilmektir
Cumhuriyet candır çocuğum
Cumhuriyet yeni bir kandır
Çağdaş uygarlık yolunda çocuğum
Cumhuriyet senin bekandır
Cumhuriyet demek çocuğum
Bütün bağnaz düşünceleri yıkan
Modern ülke demektir
Cumhuriyet demek çocuğum
Cumhuriyet demek
En önemlisi çocuğum
Nasıl kurulduğunu bilebilmektir
Çetin Özdemir
10.10.2011
Yaşasın Cumhuriyet
Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
Diyor muhtar:
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de ekran karardı
Korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumumuzun
Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet
Can Yücel
03.10.2011
Cumhuriyet Deyince
Cumhuriyet deyince
Aklıma koca köklü bir çınar geliyor
Koskoca gölgesinde
Anne şefkatiyle serinletiyor
Olgun ve bilgece
Herkese huzur veriyor
Koskoca dallarıyla el geriyor
Asırlık kökleriyle birlik diliyor
Cumhuriyet deyince
Aklıma eşitlik, saygı ve dirlik geliyor
Din, ırk, dil ayrımı yok
Alt, üst gayrımı yok
Cumhuriyet deyince
Aklıma halkın sırtında değil
Önünde koşan yöneticiler geliyor
Milletin önünde el pençe divan duruyor
Halk en üst, en üstte oluyor
Cumhuriyet halkı koruyor
Cumhuriyet deyince
Dinde, fikirde, giyimde hürriyet geliyor
Yıkın ayrımcılığı cumhuriyet geliyor
29.10.2008
Nuray Ülker
26.09.2011
GÜZEL DİLİMİZ
Duvarlarda afişler
Türkçe'mi katletmişler.
Kırk yıllık kahvemizi
Tutup "cafe" etmişler
Vişnemiz oldu wishne
Berberimiz "kuaför"
Affet sen Kemal Paşa
Paşa da olmus "pacha"
Mektuplara "mail" derken
Dili "delete" ederken
On ve off derdindeler
Yarabbim sen akıl ver
Köydeki Ayşe teyze
Anadan mi öğrendi ?
Soruyor her gidişte
"Neskayfe içecen mi"?
Çocuklar internette
"Sörf" yapalım diyorlar
Öğretmenler okulda
"Search" edip bul diyorlar
Kafalara "save" etmiş
Bir kültür "download" oldu
Kimse "upload" etmiyor
Türkçe'miz unutuldu
İngilizcem bozuktur
Kadı kızında olur
Sakın hata bulmayın
Şairler hassas olur.
Ben bir Türk evladıyım
Kullanırım dilimi
Hem de gurur duyarım
Ezdirmem alfabemi
Hangi lisan anlatır
Beni dilimden başka
Nasıl ifadelenir
Düşülünce bir aşka
Sevdiğime duyduğum
O derin sevgileri
Ne'ce anlatacağım
İçimdeki hisleri
Gelin birlik olalım
İtirazlar yükselsin
Gireceksek AB'ye
Önce dilimiz girsin
Şu internet nimetse
Bunu firsat sayalım
Her yollanan mektuba
Bir uyarı koyalım
Sev dilini,hep koru
Budur bu işin yolu
Dilinle varsan eğer
Açık uygarlık yolu
Çiğdem Altınöz
19.09.2011
Ana Dili
Dil açanda ilk defa 'ana' söylerik biz
'Ana dili' adlanır bizim ilk dersliyimiz
İlk mahnımız laylanı anamız öz südüyle
İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile.
Bu dil - bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır,
Bu dil - birbirimizle ehdi-peymanımızdır.
Bu dil - tanıtmış bize bu dünyada her şeyi
Bu dil - ecdadımızın bize goyup getdiyi
En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek
Goruyub, nesillere biz de hediyye verek.
Bizim uca dağların sonsuz ezemetinden,
Yatağına sığmayan çayların hiddetinden,
Bu torpağdan, bu yerden,
Elin bağrından gopan yanığlı neğmelerden,
Güllerin renglerinden, çiçeklerin iyinden,
Mil düzünün, Muğanın sonsuz genişliyinden,
Ağ saçlı babaların aglından, kâmalından,
Düşmen üstüne cuman o gıratın nalından
Gopan sesden yarandın.
Sen halgımın aldığı ilk nefesden yarandın.
Ana dilim, sendedir halgın aglı, hikmeti,
Ereb oğlu Mecnunun derdi sende dil açmış.
Üreklere yol açan Füzulinin sen'eti,
Ey dilim, gudretinle dünyalara yol açmış.
Sende menim halgımın gahramanlığla dolu
Tarihi verağlanır.
Sende neçe min illik menim medeniyyetim
Şan-şöhretim sahlanır.
Menim adım, sanımsan,
Namusum, vicdanımsan!
Milletlere halglara halgımızın adından
Mehebbet destanları yaradıldı bu dilde.
Bu dil - tanıtmış bize bu dünyada her şeyi
Bu dil - ecdadımızın bize goyup getdiyi
En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek
Goruyub, nesillere biz de hediyye verek.
Bahtiyar Vahabzade
11.09.2011
Hoşgeldin Kadınım
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin, yorulmuşsundur;
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
Ne gül suyum, ne gümüş leğenim var, susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim, acıkmışsındır;
Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam,
Memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin,
Ayağını basdın odama,
Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi,
Güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde,
Ağladın, avuçlarıma döküldü inciler,
Gönlüm gibi zengin,
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin...
Nazım Hikmet Ran
05.09.2011
Öğretmen Olmak İstiyorum...
Ben öğretmen olmak istiyorum.
Ben, şairimin mısralarında dil,
Genç kızımın gergefinde nakış nakış gül,
Aşığımın sazında tel,
Öpülesi bir el olmak istiyorum:
Ben, öğretmen olmak istiyorum...
Ben, çaresizliğin filizlendiği yerde ümit,
Korkunun mayalandığı yerde yürek,
Güçsüzlüğün güçlendiği yerde bilek olmak istiyorum;
Ben, öğretmen olmak istiyorum...
Şu öksüz yavruya sımsıcak kucak,
Şu yetim çocuğa yanan bir ocak,
Çorak toprağa yağan yağmur,
Azgın sulara bend,
Mehmed’imin elinde çağlar açan kılıç,
Doktorumun elinde derman saçan neşter
Mimarımın, mühendisimin elinde pergel, cetvel,
Ben ana ben baba,
Ben Fatih, ben İbni Sina,
Ben Mimar Sinan olmak istiyorum:
Ben, öğretmen olmak istiyorum...
Ben öğretmen olmak istiyorum...
Vatan evladına Türklüğü öğretmek için,
Ben öğretmen olmak istiyorum
İstiklal marşını gururla söyletmek için,
Ben, öğretmen olmak istiyorum
Milletimi “muasır medeniyet seviyesine” yükseltmek için...
Ben,zehirli mantarların,
Deve dikenlerinin,
Ayrık otlarının boy attığı verimsiz bir toprak değil,
Ben;
Kırlarında elvan elvan çiçeklerin açtığı,
Dağlarında hür kuşların uçtuğu,
Pınarından susayanın içtiği,
Yollarından yiğitlerin geçtiği,
Çiftçisinin başak başak kardeşliği biçtiği
Bir vatan olmak istiyorum:
Ben öğretmen olmak istiyorum...
Ben öğretmen olmasam diyorum...
O zaman kim öğretir güzel Türkçe?mi
Henüz anne diyen dillere,
Kim öğretir insanlığı,duyguyu genç nesillere,
Kim öğretir büyüğünü saymayı,
Küçüğünü şefkat ile sevmeyi?
Ben öğretmen olmasam diyorum...
O zaman şu körpe fidan
Nasıl öğrenecek sert rüzgarlara göğüs germeyi,
Nasıl öğrenecek , çiçek açıp meyve vermeyi?
Şu gelinlik kızım ,
Şu bıyıkları yeni terleyen delikanlım
Kimden öğrenecek insan gibi sevilmeyi, sevmeyi;
Vatan için,millet için ,bayrak için
Göz kırpmadan ölmeyi?
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü vatanımı severim,
Çünkü bilirim vatan için ölmesini...
Alnımda şeref tacıdır
Tarihim,Cumhuriyetim,Türklüğüm...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü heyecan veriyor bana
Şu çeşme, şu kervansaray, şu cami, şu türbe;
Şu davul, şu zurna,
Şu halay, şu horon, şu bar, şu zeybek...
Bana heyecan veriyor
Anamın yazmasındaki oya, söylediği ninni , ağıt.
Tat alıyorum ekmeğimden, aşımdan
Gurur veriyor bana milli kültürüm...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü biliyorum affetmesini,
Biliyorum asil duygularla insanları sevmesini...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü inkar etmiyorum tarihimi
Hor görmüyorum geçmişimi,
Atalarım önümde en büyük rehber diyorum.
Çünkü ben özenmiyorum
İnsana, insanlığa saygı duymayan hiçbir fikre,
Çünkü ben bel bağlamadım
Örfüme, adetime, dinime ters düşen çirkinliklere...
Sen öğretmen olmalısın kardeşim;
Sen namussun, vicdansın, adaletsin...
Sen müsbet ilimsin kardeşim
Sen irfansın, inançsın geleceğimi aydınlatan...
Sen, buram buram tüten vatan sevgisi,
Sen, burcu burcu kokan Türklük duygususun.
Sen öğretmen olmalısın kardeşim,
Sen öğretmen olmalısın...
Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim;
Biz görmeyenlere göz,
Duymayanlara kulak,
Yürüyemeyenlere ayak olmalıyız...
Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim kızıyla, erkeğiyle
Layık olabilmek için
“Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyen
Ulu önder Atatürk’e...
Biz şairlerimizin mısralarında dil,
Genç kızlarımızın gergeflerinde nakış nakış gül,
Aşıklarımızın sazlarında tel,
Öpülesi bir el olmalıyız:
Biz öğretmen olmalıyız.
Yrd.Doç.Dr. M. Nejat SEFERCİOĞLU
08.08.2011
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
heykeltıraşlar gibi haksızlık etmeden.
At üstünde olmasa da olur…
bir sokakta insanlar arasında yürürken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
bir birliği denetlerken olmasa da olur.
Ama mutlaka gülerken,
çocuk parkında bir kız çocuğunu salındırırken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
smokinli olmasa da olur.
Kuruyan yapraklar ve kuş sesleriyle,
bir göl kıyısında rakı içerken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
savaş meydanlarında olmasa da olur.
Dudağında sigarası elinde tespih,
bir çiftçiyle çay içerken, tavla oynarken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
artık gülerken olmasa da olur.
Başını kaldırmış Anıtkabir'den…
çizmelerini giyerken ...
(29 Ekim 92 Fethiye)
Murat Demirci
01.08.2011
YÜREK YARASI
Ülkem, bir tohum gibi saçmış beni
Ekmek uğruna savrulmuşum
Kılıç zoruyla değil bu kez
Emek zoruyla dayanmışım
Viyana kapılarına
Almanya’ya, Hollanda’ya
Avrupa’nın dört bir yanına
Alınterim, göz nurum
Toprağında, taşındadır
Yabanı yurt edinmişim bunca yıl
İki ülkede baca tüttürmüşüm
Kalmışım iki arada bir derede
Yâr üstüne, yâr sevmişim
Hak, hukuk demişim
Eşit haklar istemişim
Duyan olmamış sesimizi
Uyum, diye uyutmuşlar bizi
Horlanmışım, dışlanmışım
Terkedilmiş, yalnız kalmışım
Ferman vermişler hakkımızda
Günahlarını yüklemişler sırtımıza
Şimdi naziler keser yolumu
Evler yakılır gece yarılarında
Biri kovar ülkesinden
Öteki sahip çıkmaz
Çok nutuklar dinlemişim
Nasihatlar almışım
Vatan millet aşkına
Din iman aşkına
Kanmışım tatlı yalanlara
Gelen soymuş, giden soymuş
Güvenim kalmamış kimselere
Sazıma, sözüme
Benliğime sarılmışım
Onlarda bulmuşum teselliyi
Darp izi yok bende
Bende yürek yarası
Bahattin Gemici
25.07.2011
Şehidi uğurlarken
Yine bugün…
Alabildiğine sevdalı esiyor rüzgar,
Esebildiğince deli.
Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor;
Dolu, dolu...
Buram, buram kokuyor toprak.
Hüzünler yaprak yaprak açıyor.
Bugün;
Bütün çiçekler mahzun,
Yapraklar yeşilliğince ürkek şimdi.
Artık bulutlar özlem yüklü,
Yürek yeni hasretlere gebe.
Eritmedi Mehmed’im,
Eritemedi hasreti, üşüyen yüreğinde.
Belki bu son çıkışıydı evden,
Anacığını son öpüşüydü;
Son sarılışıydı babasına belki de.
Bir damla düştü toprağa
Bir kan aktı inceden ince
Bir kan aktı sıcakmı sıcak.
Bir el sarıldı bayrağa
Şehit, şehit koktu topraklar,
Çiçekler şehit, şehit açtı
Şehit, şehit yeşillendi yapraklar.
O...Ölümün en kutsalını seçmişti
En delikanlısını sevdanın.
En güzeli için dövüşmüştü bayrağın
En şereflisi için davanın.
Dedim ya...
Düğünü var Mehmed’imin birazdan
Görür gibiyim saf,saf olduklarını Meleklerin
Görür gibiyim...
Ümraniye
Salih ÇELİK
18.07.2011
ANI
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Melih Cevdet
11.07.2011
Sen Gidersen
sen gidersen sesin gider
kokun gider yüzün gider
ay dolanır pusularda
tenim titrer gecem biter.
sen gidersen yüzün gider
martı küser baykuş öter
senden kalan son hatıra
iki damla yaşın gider.
sen gidersen boyun gider
posun gider sözün gider
bir şey kopar yüreğimden
çatılmadık kaşın gider.
sen gidersen kim kıskanır
kim dolanır pencereme
kimler gelir kimler geçer
çift kapılı şu hücrede.
sen gidersen sohbet gider
tadım gider tuzum gider
dinlediğim her şarkıda
tel kırılır sazdan düşer.
sen gidersen başkent gider
içim üşür ayaz düşer
izmir de konak meydanı
istanbul da taksim düşer.
sen gidersen canım gider
adın geçer içim titrer
şu dağlanmış yüreğime
sevda denen akkor düşer.
sen gidersen herşey gider
sesin gider sesim düşer
sen gidersen ey sevgili
ben biterim şiir biter…
Ümit Yaşar Oğuzcan
04.07.2011
Dört Güvercin
Geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
Su mahpushane yalağındaydı
ve güneş
güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı
ayağındaydı.
Girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine.
Güvercinler hep beraber
güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında uçabilirler
durdurmaz onları demir ve duvar
güvercinlerin yumuşak kanatları var
Ve kanatlar
şimdi burada, şimdi damın üzerinde.
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde.
Dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan
Nazım Hikmet
27.06.2011
Suskun sokaklar
Ses ver gönlümün sultanı
Ses ver...
O çocuksu gülüşleri ıslak taşlar üstüne
Bırakırken beni gördün mü
Susmuş kara gözlerin yüreğimdeyken
Güneş yakamozlar saçarak
Kaldırımlar üstünden gelip geçiyor
Renklerin solgun yüzü utanıyor
Direnen elimdeki çay bardağı
Direnen çayda ki renk.
Sokak kumruları alışkın
Senin ellerinden dökülen ekmek kırıntılarına
Pencere çiçekleri türkülerine
Suskun sokaklar sesimin gölgesinde
Kanatlanmış bir kırlangıç misali
Gelip kapından geçiyorum
Bir dağ masalıyım
Bir dağ masalı
Öpüştüğün diller bilir tadını.
Havada rüzgâr sesi
Havada kar sesi
Havada amansız bir fırtınanın belirtisi
Ellerimle tutuyorum ağlayan gözlerimi
Gözlerim geceye açılan karanlığın tutsağı
Hoyratlaşan yalnızlığım koşuyor sabahlara
Esiyor yüreğime
Ufukları buz tutmuş bir gecenin sessizliği.
Yıldızlar diyorum
Yıldızlar
Gecenin son deminde konuğum oluyorlar
Uykusuz gözlerimin yorgunluğunu
Sabahların şafağına taşırken
Sokak güvercinleri
Yemleniyor
Ufuk rengini kaybedince
Ellerim diyorum ellerim
Ellerim
Suskun sokakların sesiyle
Sensizliği saklıyor.
Orhan Bahçıvan
20.06.2011
Hikaye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz
Cahit Külebi
13.06.2011
67.Yaş
Benim doğduğum gün ,
Günler uzamaya başlar
Öyle bir öleceğim ki ,
Geceler uzamaya başlayacak
Acılı Gecenin Bitiminde,
Yaşadığımı işitmek istiyorum
Bir ses uzaktan yakından ya da içimden
Düşen yaprak örneğin,
Kağıt hışırtısı olsun
Ya da eski tahtaları içten kemiren bir kurdun çıtırtısı
Bir inilti derinden, Damlayan su
Bir elektrik düğmesi çıt diye Çok uzaklardan yankılanan duyulur duyulmaz, İçimdeki mağaralarda besler büyütürüm
Her ne olursa olsun bir ses,
Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı
Yaşadığımı görmek istiyorum,
Bir ışık uzaktan yakından ya da içimden
Sesindeki pırıltıya ,
Gözündeki ışıltıya benzer
Bir kibrit çakımı ,
Bir yanıp sönse yeter
Sabahın yağan toz mavisi göğsünde çıplak
Ya da gün batımı pembesi dudak…..
Aziz Nesin
06.06.2011
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun…….
Atilla İlhan
30.05.2011
Fahriye Abla
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
Bahçede akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun fahriye abla
Önce upuzun sonra kesik saçın vardı
Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin
Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya
En sonunda varmışsın bir erzincanlıya
Bilmem şimdi hala bu ilk kocandamısın
Hala dağları karlı erzincandamısın
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın
Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda
Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla
Ahmet Muhip Dıranas
23.05.2011
Bursa'da Zaman
Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eriyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü,
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi,
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
Bir zafer müjdesi burada her isim:
Sanki tek biranda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın,
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyânın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvesi,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin,
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.
Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Bu sesi ve kadat şakırtısından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman.
Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kuran sesini……
Ahmet Hamdi Tanpınar
16.05.2011
Ne tarafa dönsek kendimize çarpıyoruz...
Sessiz ve mükemmel bir gece.
Ve biri eksik
biri her zaman eksik
biri, geldiğinde... bile eksik
öyle eksildik ki yaşarken,
bize dokunan herkesi eksiltiyoruz.
Yalnızlığımızla çoğalıp kalabalığımızla eksiliyoruz
ve öylesine kalabalık ki yalnızlığımız.
Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz.
Hayat bize hep aynı şeyi öğretiyor
‘Mükemmel biri yok.’
Hepimiz kendimizde olmayanı arıyoruz.
Ve hepimiz ancak kendimizde olanı buluyoruz.
Gökyüzü karanlık ve yıldızlar parlıyor.
Dürüst olduğunu söyleyenlerden mi korkmalıyız,
yoksa yalancı olduğunu söyleyenlerden mi?
Kendimizi kimden sakınmalıyız?
Ve kendimizi sakınmalı mıyız?
Neden dürüst birine ,
güvenebileceğimiz birine
bu kadar ihtiyacımız var.
Kendimize ve dürüstlüğümüze güvenemediğimiz için mi?
Bizi dürüstlüğün gerçekten var olduğuna inandırması
bizi de dürüstlüğün güvenilir sularına çekmesi için mi
insanlara dürüst olmaları için yalvarıyoruz?
Hiç yalan söylemeyen belki de
başkasının yalan söyleyebileceğini hiç düşünmez.
İhaneti aklından geçirmeyen
başkasının da ihanetinden o kadar kuşkulanmaz
Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız.
Herkeste kendimize çarpıyoruz.
Kara ipekten bir yorgan gibi üstümü örtüyor,
iğde kokuları, limon çiçeklerinin incecik kokusu,
kızıllığı karanlığın içinde bile sezilen sardunyalar,
minicik saplarının ucunda sessizce duran minicik güller,
çiçeklenmemiş bir hanımeli.
Sessiz sakin ve mükemmel bir gece.
Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız.
Ne tarafa dönsek kendimize çarpıyoruz...
AHMET ALTAN
09.05.2011
“Anneme ve bütün annelere”
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Kaç geceler bana ninni söylerdi
Hasta olunca oydu başucumda bekleyen
Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen
Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi.
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Uzun kış geceleri masal masaldı
Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar
Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar
Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı
Akşam biraz geciksem yollara düşerdi
Sokağa çıkarken «Yavrucuğum üşütme» derdi.
Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı.
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Bilirim yine kalbinde yerim anacığım
Selam sana anneler Günü istanbul’dan
Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan
Vefalı ellerinden öperim anacığım.
Ümit Yaşar Oğuzcan
02.05.2011
RÜZGAR GÜLÜ
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Sisler utanacak eğilecek
Ağzının ucundan öpeceğim
Saçına kalbimi takacağım
Avcunda bir şiir büyüyecek
Nerede olduğumu bileceğim
Bu çıplak geceler yok mu
Bu plak böyle ağlamıyor mu
Camları kırmak işten değil
Delirecek miyim neyim
Kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya'da simsiyah yalnızım
Yoksul bir şilepte gemiciyim
Malezya'da yük bekliyorum
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Gözlerini söndürme muhtacım
Ben senin aydınlığına muhtacım
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
Rüzgar gülünü arayacağım
Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da
Vinçler yine akşamları indirecekler
Yine karanlığa bulaşacağım
Gözlerin rüzgarda savrulacak
İkimiz iki sap buğday olsak
Sen benim olsan, ben senin olsam
Bir gece vakti aklına gelsem
Uykunu tutsam bırakmasam
Seni kucaklasam, kucaklasam
Birbirimizin kalbini dinlesek
Dünyanın kalbini dinlesek
Büyük ateşler yaksalar
İki güvercin uçursalar
Nerede olduğumuzu bilsek
Atilla İlhan
25.04.2011
Ağlamak Meselesi
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?
Neylersin alışkanlık
için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?
Nazım Hikmet Ran
18.04.2011
Bir Kız Vardı Japonya'da
Bir kız vardı Japonya’da
ufacık, tefecik bir kız,
Bir bulut vardı dünyada
işi: öldürmekti yalnız.
Bu bulut bu kızcağızın
öldürdü nineciğini,
külünü göğe savurdu,
sonra, yine apansızın
gelip babasını vurdu,
sonra da kızın kendisini.
Ve doymadı ve doymadı
yeni kurbanlar arıyor.
Atom ölümüdür adı,
karanlıkta barınıyor.
Büyük bir birlik kuralım,
canavarı susturalım.
Savaş cengine gidelim,
canavarı yok edelim.
Nazim Hikmet Ran
11.04.2011
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime değince,
felaketim olurdu ağlardım.
Beni sevmiyordun bilirdim,
bir sevdiğin vardı duyardım.
Çöp gibi bir oğlan ipince,
hayırsızın biriydi fikrimce.
Ne vakit karşımda görsem,
öldüreceğimden korkardım,
felaketim olurdu ağlardım.
Ne vakit Maçka'dan geçsem,
limanda hep gemiler olurdu.
Ağaçlar kuş gibi gülerdi,
bir rüzgar aklımı alırdı.
Sessizce bir cigara yakardın,
parmaklarımın ucunu yakardın,
kirpiklerini eğerdin bakardın.
Üşürdüm içim ürperirdi,
felaketim olurdu ağlardım.
Akşamlar bir roman gibi biterdi.
Jezabel kan içinde yatardı.
Limandan bir gemi giderdi,
sen kalkıp ona giderdin.
Benzin mum gibi giderdin,
sabaha kadar kalırdın.
Hayırsızın biriydi fikrimce,
güldü mü cenazeye benzerdi.
Hele seni kollarına aldı mı;
felaketim olurdu ağlardım.
Atilla İlhan
04.04.2011
ALMANYA ALMANYA
Almanya, Almanya
Benim ikinci vatanım
İşçi geldim
Turist geldim
İltica ettim sana
Üç beş ay, bilemedin
Bir iki yol kalmaktı niyetim
Başlık parası gerekti
Ev alacaktım
Dükkân açacaktım
Bağ, bahçe traktör
Bir de mavi Mercedes
Sonra dönecektim yurduma
Borçlar tükensin dedim
Çocuklar bitirsin hele okulu
Bu kış olmaz, yaza dedim
Yaz gelince erteledim
Bırakıp da gidemedim
Almanya, Almanya
Benim ikinci vatanım
Sarışın kızlarına
Köpüklü fıçı biralarına
Yaldızlı reklamlarına aldandım kaldım
Yıllar yılları kovaladı
Saçım sakalım ağardı
Geç anladım göçmen olduğumu
Almanya benim ikinci vatanım
Ağrıyan belim, yiten gençliğim
Kovsanız da gidemem buralardan
Kazık çaktım, kök saldım bu topraklara
Sök sökebilirsen, sök gücün yetiyorsa
Almanya benim ikinci vatanım
Bahattin Gemici
28.03.2011
Bir rivayete göre bu resmi Nazım Hikmet'in 'mutluluğun resmini çizebilirmisin?' sorusu üzerine Abidin Dino tarafından yapılmış olduğu söylenir.
Değerli dostum Bahattin Gemici ise mutluğun resmini fırçasıyla değil, kalemiyle yazmış.
Mutluluğun resmi
Ben mutluluğun resmini
Yapardım yapmasına
Nasip olsaydı eğer
Bir şafak vakti
Yedi tepeli şehrime dönmek
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bir bambaşka
İşçiler gözler yolunu
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna'nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklaşabilseydim
Seninle bir daha
Davullar çalsa zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan
Kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Giriverseydik Meserret kahvesine
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin
Anlatsaydık o günlerden
Geçmişten gelecekten
Ne günler biterdi
Ne geceler
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurda ayrılığımız
Anılarda kalan
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi
Bir baştan bir başa
Yattığımız yerler müze olmuş
Sürgün şehirler cennet
İşte o zaman Nazım
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi ne boya
Bahattin Gemici
21.03.2011
Sondan Başa
Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir...
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,
hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Cami'de uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş,
iyiliğinize dua
ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette
tabuttan doğruluyorsunuz,
yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar,
çocuklar torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size
hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..
ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise başlıyorsunuz.
Herkes karsınızda el pençe divan...
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....
Aman ne güzel günler başlıyor...
derken bir gün patron size
artık üniversiteye gitsen dah! a iyi olur diyor.
Bu arada babanız ortaya çıkmış,
'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi bırak,
okumaya basla, harçlığın benden olsun...'
Keyfe bakar mısınız?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor.
Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor.
Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor,
araba kullanma derdi de yok artık....
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak,
oyuncaklarınla oyna' diyorlar.
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve
hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve
başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok,
bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık,
gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Veeeeee....
En güzeli deeee......
Günün birinde müthiş keyifli bir geceyle hayatiniz bitiyor...
Can YÜCEL
14.03.2011
NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azıcık okşasam sanki çocuktular,
Bıraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
Hayır, sanmayın ki beni unuttular.
Hala arasıra mektupları gelir.
Gerçek değildiler, birer umuttular
Eski bir şarkı, belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde birer buluttular,
Nereye kayboldular şimdi kim bilir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.
Attilâ İlhan
07.03.2011
VE KADINLAR
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız..
Nazım HİKMET
28.02.2011
Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim
Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! -
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezberledim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu
40`ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul`a
Bir helalleşmek ister elbet, diğ`mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel
21.02.2011
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler küfürler masallar da caba,
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime aslan ağzında
Her kelimeyi bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesini be
Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Memiş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun
Bedri Rahmi Eyüboğlu
14.02.2011
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür
Attilâ İlhan
07.02.2011
BEN BENDEN OLGUN İNSAN İSTERİM
Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun.
Arkamı döndüğümde,
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir.
Bir o kadar cesaretli olmalı.
Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!
Can YÜCEL
31.01.2011
Zamanla Kaybetdiklerimiz
Bir gün insan virgülü kaybetti,
o zaman zor cümlelerden korkar oldu
ve basit ifadeler kullanmaya başladı;
cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti;
alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye kızıyor, ne bir şeye seviniyordu.
Hiç bir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti
ve soru sormaz oldu,
hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu.
Ne evren, ne dünya, ne de kendi apartmanı umurundaydı.
Birkaç yıl sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti
ve davranış nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.
Kendine özgü tek düşüncesi yoktu,
yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Düşünmeyi unuttu ve
böylece son noktaya erişti.
A. Kanevski
24.01.2011
SESLENİŞ
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık.
Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı,
bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde
öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
UĞUR MUMCU
( 1942 - 1993 )
17.01.2011
Öyle bir...
“ÖYLE bir açmaza girdi ki vatan,
Uyku belli değil, düş belli değil...
Çöktü üstümüze bir kara duman,
Işık belli değil, loş belli değil!”
Ümit Yaşar OĞUZCAN (1926-1984)
10.01.2011
KÜÇÜK BEYAZ BULUT
Küçük beyaz bulut dağların üzerinde gülümsedi.
Armut ağacının gölgesinde yatmakta olan Hasan,
gözlerini küçük beyaz buluttan ayırmadan
kardeşi Esma’ya seslendi:
"Esma bak, buluta bak buluta."
Esma, buluta baktığında; onun, küçük, tekerlekli bir
bisiklete benzediğini şaşarak izledi.
"Benim de öyle bir bisikletim olacak." dedi Hasan.
“Benim de uzun saçlı, kocaman bir bebeğim olur mu?”
diye düşündü Esma. Küçük beyaz bulut, o anda
upuzun saçlı kocaman bir bebek oluverdi.
Esma’nın minicik beyninde büyüdükçe büyüdü,
kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı.
Alır mıydı babası?
“Yağmur yağar, iyi ürün alırsak
alacağım demişti.”. Ama alır mıydı?
Elindeki çapayı cılız pamuk saplarının dibinde
birkaç defa gezdiren Cemal doğruldu, belini tutarak.
Yüzünü armut ağacına çevirdiğinde;
çocuklarının gökyüzünü izlediklerini gözledi.
Küçük beyaz bir buluttu gözledikleri. Bu mevsimde
bir pamuk yumağı gibi gökyüzünde belirir,
sonra yitip giderlerdi. Ne gölge verirler,
ne de yağmur olup bereket sunarlardı.
Yarı eğildi, çapayı yavaşça kaldırıp,
ümitsizce indirdi susuzluktan çatlamış kuru toprağa.
Birkaç güne kalmaz bu pamuklar kuruyup giderlerdi...
Hacer, kovanın ipini saldıkça saldı kuyuya.
Yetmedi ip, eğilip uzandı kuyunun taşına,
kolunu uzatabildiği kadar uzattı. Güç bela
doldurabildi kovayı. Nereye gitmişti bu sular?
Akarsular kurumuş, kuyularda su bitmişti...
Hasan, tekrar bulutu göstererek:
"Esma bak, dedi. Şimdi de kamyon oldu.".
Hafiften gülümsedi çocuklara küçük beyaz bulut,
sonra kendisini belli belirsiz esen rüzgara bıraktı.
Dede oldu, koyun oldu, uçurtma, tren, umut oldu,
umutsuzluk oldu. Kendisine katılmak isteyen
su tanecilerinden özenle uzaklaştı.
Büyük kara bulutlara hiç yaklaşmadı.
Kaç zaman geçmişti hatırlayamadı,
tekrar rastladığında başı öne eğilmiş,
gözleri dolmuştu Hasan’ın. Cemal,
tarlanın bir köşesinde acı acı çekiyordu sigarasını.
İçinde Hasan’a vurduğu tokadın burukluğu...
Küçük beyaz bulut bisiklet oldu,
uzun saçlı kocaman bir bebek oldu,
kamyon oldu ama ne Hasan’ın, ne de Esma’nın
öne eğilmiş başlarını yukarıya kaldıramadı.
İki damla yaş süzüldü Esma’nın gözlerinden,
içinde uzun saçlı kocaman bir bebek olan,
iki damla yaş ıslattı toprağı.
Küçük beyaz bulut, birden bire karardı,
ağladıkça ağladı...
Bereket oldu.
İrfan MUTLUER
03.01.2011
Eskimeyen Yeni Yıllar
usulca sokulur, hayata girer zaman
tık nefes biter, zaman biter işte o an
kalır geride bıraktıkların, bir de sen
hayatı içen ömür, artık giymiş kefen
geçen zaman mı? hayat mı? biten ömür mü?
takvimden kopan yapraklar, yoksa ölüm mü?
bitti eski yıl, geldi yeninin eskisi
bekleme boşadır, hiç gelmedi yeni yıl
artık hiç gelmeyecek yılların yenisi
artık hiç eskimeyecek yılların eskisi
İsmail Haşimoğlu
27.12.2010
Bana Zamandan Söz Ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak,
sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle
yeniden kucaklaşmak kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla başetmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız.
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
Gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır
anlamları, önemi kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...
Murathan Mungan
20.12.2010
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı TARANCI
13.12.2010
Ayağa Kalkın Efendiler
Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine
idare lambası yanan adam!
Behey armut satar gibi
san'atı okkayla satan san'atkar!
Ettiğin kâr
kalmayacak yanına!
soksan da kafanı dükkanına,
dükkanını yedi kat yerin dibine soksan;
yine ateşimiz seni
yağlı saçlarından tutuşturarak
bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!
çek elini sanatın yakasından
çek!
Çekiniz!
Bıyıkları pomatlı ahenginiz
koyda çıplak yıkanan Leyla'ya karşı!
Fakat bugün
ağzımızdaki ateş borularla
çalınıyor yeni san'atın marşı!
Yeter artık Yenicami tıraşı,
yeter!
Ayağa kalkın efendiler...
Nâzım Hikmet
06.12.2010
Sokak Çocuğu
Sayfa no: yok
Cilt no: yok
Hane no: yok
Ana adı: ben sokak çocuğuyum abi
Hani şu uçurtması gökyüzünde asılı kalan,
Bilyelerini rüyalarında unutan,
Ve oyuncaklarını masal kahramanlarına çaldıran
Çocuk var ya o benim işte, o benim abi...
Sahi bir annem olmalıydı değil mi?
Ben dudaklarımda sokakları besteliyorum oysa!
Sahi abi tadı nasıldı anne sütünün?
Anneler nasıl okşardı çocuklarını?
Anne kokusu nasıldır kim bilir?
Ana ha, bir anne çizebilir misin benim için,
Karanlığın kar soğuğu parmak uçlarına bir anne?
Unutulmuş çocukların ürkek avuçlarına bir anne?
Ve yanına beni ekler misin abi,
Tıpkı suluboya resimlerdeki gibi sımsıcak?
Sahi abi senin gözlerini kesmiyor değil mi,
Bir köprünün soğuk, gergin ve karanlık bedeni?
Sahi sen hiç seyrettin mi aydedeyi bir köprünün altından,
Üşüdün mü abi kayan bir yıldıza bakarken?
Boşver...
Gel boyat istersen ayakkabılarını.
Ben şu ayakkabıların bağcıklarından asılıyorum hayata!
Gel boyat ayakkabılarını,
Boyat da resmi çıksın dostun, düşmanın tüm kaldırımların.
Sayfa no yok
Cilt no yok
Hane no yok
Yokların varlığında tam göbek bağından hiç yakalandın mı hayata?
Bir de, bir de babam olmalıydı değil mi?
Beni dövecek bir babam bile yok biliyor musun?
Nasırlı ellerinde şefkat arayacağım bir insan.
Kim bilir, bayramlarda neler alır babalar çocuklarına?
Unutmuşum, bayramlarınız da vardı sizin öyle değil mi? Arifeleriniz,
Bayramlarda temize çekilen dostluklar vardı sonra.
Oysa ben kırık dökük ıslıklar ısmarlıyorum güneşe ve mehtaba,
Yankısız, bestelenmemiş ve bestelenmeyecek serseri ıslıklar.
Bir babam olsaydı belki yeterdi.
Çocuk olurdum eskisi gibi, şımarırdım öylesine.
Boşver abi...
Kimin neyine bayram, kimin neyine hediye,
Baba kimin neyine abi?
Sahi senin düşlerin vardır.
Göremediğin rüyanın düşünü kurar mısın hiç?
Ahmet bir düş görmüş geçenlerde.
Köprü altında tanıştık, yorgun ve geç gelen bir gecede.
Utanırken anlattı, anlatırken utandı.
Bir ip bağlamış gökkuşağına,
Bak ana diyormuş uçurtmamı gördün mü?
Ya uçurtmamın gölgesinde bilye oynayan çocukları?
Ahmet'in düşü işte...
Bana düşlerini kiralar mısın abi?
Bedava boyarım ayakkabılarını.
Bana düşlerini, düşlerini abi?
Boşver, boşver...
Bak iyi parlayacak bu ayakkabılar,
En parlak ayakkabılarınla yürüyeceksin yaşama.
Sen düşünme, sokaklar düşünsün beni.
Gazete manşetleri,
Üçüncü sayfa haberleri düşünsün,
İsimsiz bir damla gözyaşı düşünsün,
Sen beni düşünme, düşünme be abi...
Nasıl olsa ben,
Olmayan ayakkabılarımın sıcaklığıyla basıyorum tüm kaldırımlara,
Olmasa da anne babası sokakların,
Sokak çocuğuyum ben, sokak çocuğuyum...
Kazanılmadan kaybedilmiş bir geleceğin herhangi bir yerinde,
Ben sokak çocuğuyum abi!
Hani şu uçurtması gökyüzünde asılı kalan,
Bilyelerini rüyalarında unutan,
Oyuncaklarını masal kahramanlarına çaldıran çocuk var ya,
İşte o benim, o benim abi, o benim abi...
Ali Ulurasba
29.11.2010
ÖĞRETMENİN VEDASI
Gidiyorum… Bir yanımda emeklerim,
Bir yanımda
Uçsuz bucaksız hayallerim.
Sizlerde yaşayacak onlar şimdi.
Bir damla gözyaşına kıyamadığım,
İçimin derdi, saçımın akı çocuklar…
Yavrularım…Evlâtlarım,
Kınalı kuzularım,
Avucu reyhan kokulu küçük dağlarım.
Kiminiz büyüdü, heybetiyle
Nam saldı, kâh korku yedi âleme,
Hatta bana bile!…
Kiminiz kurudu, kara saban arkasında
Ufalandı eller, parçalandı yürekleriniz
Toprakla beraber…Sevgisiz…
Kiminiz, daha çiçek açmadan meyve verdiniz…
Bu ihtiyarın derdi nedir bilir misiniz?
Dört adam,
Çıkacak mı benim dört kolluyu taşıyan?…
Ve olacak mı acep öbür tarafta
Yepyeni bir kara tahtam…
Benimle zamanı gelince oynadın da hazla
Alışamadığım dört duvar arasında ne işin vardı!
Hep benden önce oradaydın ne yazın ne kışın vardı…
İlk harfler, heceler, sözcükler derken
Ve o mabede seninle gelip giderken
Tutuştu ellerimiz birleşti gözlerimiz.
Karga seslerinin rüzgârlara karıştığı bir son yazdı
Son göz göze gelişimizde…
Buruk tebessümlerinle beni ağlatmıştın
ÖĞRETMENİM, CANIM….
Fatma AYDEMİR
22.11.2010
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
07.02.2011
BEN, BENDEN OLGUN İNSAN İSTERİM
Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun.
Arkamı döndüğümde,
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir.
Bir o kadar cesaretli olmalı.
Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!
Can YÜCEL
31.01.2011
Zamanla Kaybetdiklerimiz
Bir gün insan virgülü kaybetti,
o zaman zor cümlelerden korkar oldu
ve basit ifadeler kullanmaya başladı;
cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti;
alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye kızıyor, ne bir şeye seviniyordu.
Hiç bir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti
ve soru sormaz oldu,
hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu.
Ne evren, ne dünya, ne de kendi apartmanı umurundaydı.
Birkaç yıl sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti
ve davranış nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.
Kendine özgü tek düşüncesi yoktu,
yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Düşünmeyi unuttu ve
böylece son noktaya erişti.
A. Kanevski
24.01.2011
SESLENİŞ
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık.
Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı,
bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde
öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
UĞUR MUMCU ( 1942 - 1993 )
Ulusça bir çağrı; çocuklar için
Bu gün dünya çocuk hakları günü.
Köprü altı, sokak çocuğu niçin?
Duyarlı olup da çözsek sorunu
Terk edilmez çocuk, tatmaz ölümü! ! !
Sorunları tek tek ele alalım
Şehir kasaba köy, dernek kuralım
Doğum artışına çare bulalım
Duyarlı olup da çözsek sorunu
Terk edilmez çocuk, tatmaz ölümü! ! !
Maddi manevi tüm olanaklarla
Bilinçli, tutarlı dayanaklarla
Kültürlü ebeveyn; göreneklerle
Duyarlı olup da çözsek sorunu
Terk edilmez çocuk, tatmaz ölümü! ! !
Her çocuğun sıcak yuvası olsun
Her ortamda sevgi balları bulsun
Kültürle yetişsin, yüzü hep gülsün
Duyarlı olup da çözsek sorunu
Terk edilmez çocuk, tatmaz ölümü! ! !
Gülşen Şenderin
15.11.2010
AYNALARDA GÖRÜNEN
Aynalarda görünen ruhumun kafesi
Bir cevher hikmeti aşkın billur sesi,
Ahsen-i Takvim özü varlıkların hası
Hal diliyle anmaktır, an anabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Elzemdir ahde vefa ruha hazdır iman,
Doğumla başlar - biter kul öldüğü zaman,
Eşref-i Mahluk insan - etmezse hiç isyan
Can suyuna kanmaktır, kan kanabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Kırmak, yıkmak, incitmek nefsin en alt yeri,
Çıkar pişmanlık duysa bir adım ileri,
Çekse hesaba özün yükselir değeri
Gül dalına konmaktır, kon konabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Her nereye göz atsam muhteşem zerafet,
Her yaratılan bir emre ne hoş uyar hayret,
Her akla her yönüyle sunulur ziyafet
Hakikate dönmektir, dön dönebilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Bir sözü söylemeden uysun öze sözü,
Edep erkân ziynettir - nurlandırır yüzü,
Bülbül şakır, gülde naz - güzellikte gözü
Murat ata binmektir, bin binebilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Pervaneyim dönerim, değildir benim mülk,
Neyim varsa al Sen'in olsun, al Sen'in tek,
Ne gam efendim arzum bir tek Sen'sin dilek
Canı candan sunmaktır, sun sunabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Yetmez herkesin aşka idrâki gönülden,
Deryalar dibinde bir incidir güzelden,
Kimi zehir kusarken kimi baldır dilden
Bal çileye banmaktır, ban banabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Muhteşem bir alemdir her noktada bir sır,
Ne mümkün Hakk'ın yarattığında bir kusur,
Bayramdır hayat, nefse olmazsan bir esir
Kini kibri yenmektir, yen yenebilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Toprak cömert yırtsan da eder yüzü ikrâm,
Su gibi aziz ol su gibi aksın kelam,
Dikkat et zerre dahi bulaşmasın haram
Kıskançlıktan inmektır, in inebilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Fikrettikçe her şeyi gördüm beni bende,
Bendesiyim bu aşkın değil aşkım tende,
Sonlu olan bizleriz sonsuzluk bir Sen'de
Akan nurla yunmaktır, yun yunabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Aynalarda görünen Ressam Halil, rüya,
Her atomda yaşanan çok hassas bir haya,
Birsin, teksin, bilirsin emre uymak gaye
Aşk imanla onmaktır, on onabilirsen;
Aşk gönülde yanmaktır, yan yanabilirsen.
Halil GÜLEL
08.11.2010
Kan Ağlar Gözlerim
Kan ağlar gözlerim hicran elinden
Döker tane tane yaşın Atatürk
Bizi sen kurtardın düşman elinden
Dünyaya değerdi başın Atatürk
Canın yurt uğruna fedakar idi
Sağlığın millete tunç siper idi
Kırk evliya kerameti var idi
Vahiy idi fikrin düşün Atatürk
Giyelim karalar dökelim allar
Ebedi hatıra kurduğun yollar
Çürüsün emeğin yitiren diller
Yok geçmiş çağlarda eşin Atatürk
Yıkılaydı evi Melekülmevtin
Atamın üstüne gül kefen örtün
Düşmanların yüreğinde heybetin
Mızrak idi gözün kaşın Atatürk
Ağlar Müdam evladınla milletin
Yürürüz yolunda şaşmadan metin
Ebede dek yaşar maneviyatın
Nur olsun toprağın taşın Atatürk
Aşık Müdami
POSOF türküsü
Aşık Müdami (1914-1968) kimdir?
Posof’un Demirdöven(Varzna) köyünde doğdu. Asıl adı Sabit Yalçın olan aşık daha sonra soyadını Ataman olarak değiştirdi. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 1918 olarak geçmesine karşın, oğlu Hikmet Arif Ataman, 1914 yılının doğru olduğunu söylemektedir.
18.yy'da yaşamış olan Aşık Üzeyir, Ferhad ve Feryadi gibi aşıklar Aşık Müdami’nin dedeleriydi. 7 yaşına dek doğduğu yerde yaşayan Müdami, babasının imamlık görevinden dolayı ailesiyle birlikte Ardahan’a göçtü. Burada askeri rüştiyeye başladı ancak okulun kapatılması nedeniyle bir süre medrese eğitimi gördü. 7 ve 14 yaşlarında gördüğü rüyalarda bade içerek aşık oldu. 1934’te bağlama çalmaya başlayan Aşık Müdami usta malı türkü ve halk hikâyelerini Şavşat'lı Yakupoğlu Tevfik Usta'dan öğrendi. Halk şiirinin tüm türlerinde örnekler veren Müdami, 1966’da başlayan Konya Aşıklar Bayramını Aşık Efkari ile birlikte açtı. Yine aynı yıl türkü dalında Murat Çobanoğlu ile birlikte birinci oldu. Birçok halk hikâyesini türküleştirerek sonraki kuşaklara aktardı. Bunlardan bazıları, Alşir ile Gül, Seyfizülyezen, Öksüz Vezir olarak bilinmektedir.
01.11.2010
Yaşasın Cumhuriyet
Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
Diyor muhtar:
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de ekran karardı
Korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumumuzun
Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet
Can Yücel
26.10.2010
Çocuklarımıza Nasihat...
Hakkındır yaramazlık.
Dik duvarlara tırman
yüksek ağaçlara çık.
Usta bir kaplan
gibi kullansın elin
yerde yıldırım gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasının resmini yapan
kurşunkaleminle yık
Mızraklı ilmihalin
yeşil sarıklı iskeletini..
Sen kendi cennetini
kara toprağın üstünde kur.
Coğrafya kitabıyla sustur,
seni «Hilkati Âdem»le aldatanı..
Sen sade toprağı tanı
toprağa inan.
Ayırdetme öz anandan
toprak ananı.
Toprağı sev
anan kadar...
Nazım Hikmet
18.10.2010
Hiç bir son el ele bitmiyor canım…
Dün geceydi, seni ilk defa rüyamda gördüm
Sen uyuyordun, yaklaşıp usulca alnından öptüm
Ellerini uzattın, ve sessizce gözüme baktın
Bende tutayım dedim, uzattım elimi ve uyandım
Bir baktım etrafıma, elin elimde değil, yalnızım
Anladım ki, hiçbir son el ele bitmiyor canım.
Hani benden, benim olan bir şey istemiştin
Gecenin o vaktinde, kalkıp kalemi elime almıştım
Seni beni bizi anlatan, bir hikaye yazmıştım
Nice zaman sonra, masa başında uyumuş kalmışım
Uyandığımda baktım, kağıt bomboş kalemi de kırmışım
Anladım ki, hiçbir son el ele bitmiyor canım.
Sabaha doğru, üzerime eski bir ceket alıp çıktım
Dışarısı yağmurluydu, genede şöyle bir dolaştım
İçimdeki kederi, yağan yağmurla beraber boşalttım
Neden sonra, yorgun düşüncelerle evin yolunu aldım
İşsiz, sessiz ve sensiz, odamda yapayalnız kaldım
Anladım ki, hiçbir son el ele bitmiyor canım.
Aldım elime bir bardak kadeh, yaktım bir sigara
Dalmışım hemen, seni aldım hayallerime bir ara
O ne bakış öyle Tanrım, gözlerin sanki kapkara
Aldın tüm benliğimi, kanadı gene içimdeki yara
Bir an, elini bana doğru uzattığını sandım
Anladım ki, hiçbir son el ele bitmiyor canım.
Elimde kırık kalem, masaya oturdum, önümde boş bir kağıt
Sevgiyi, aşkı yazdım, okuyunca şaşırdım, içinde hep ağıt
Virgüllerin yerinde ayrılık, noktaların yerinde ölüm
Sevenler kavuşamıyor, boşa çekiliyor sanki onca zulüm
Başka seçenek yok gibiydi, başka bir son tanımadım
Anladım ki, hiçbir son el ele bitmiyor canım.
Yıllar sonra hatıralarımdasın, yaşlanmış saçların ağarmış
Gözlerin birşey istermiş gibi, ellerin bana uzanmış
Tuttum uzanan elleri, bağrıma bastım, oldum bir hoş
Son kez baktım gözlerine, süzülen iki damla yaş
Aktı oradan yüreğime, sardı benliğimi, etti beni sarhoş
Son yolculuğunda tuttum ellerini, bırakmak istemedim
Anladım ki, bu son el ele bitmeli canım.
Ali Sak
11.10.2010
Bulutlar Adam Öldürmesin...
Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadımı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.
Nazım Hikmet Ran
01.10.2010
Gülüm
Bir yudum su gibi çöl ortasında
Sana muhtaç oldum damla be gülüm
Ömrümüm en güzel yol ortasında
Beni yalnız koyup gitme be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Aldığım nefesin sebebi sendin
Sevdanla yüklüydüm bedene tendin
Kırılan kalbimi saklayan yendin
Kadir kıymet nedir gözle be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Toprağa gark olan faniler gibi
Tanrıya sığınan kaniler gibi
Canana yazılan maniler gibi
Sınırsız bu sevda anla be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Onca sözüm bitti kırıldı sazım
Bilirim ki gayrı geçmiyor nazım
Bunca hasretliği çekmekmiş yazım
Kararttın ömrümü izle be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Tenini koklayan el ben olsaydım
Saçını telleyen yel ben olsaydım
Kokunu gizleyen gül ben olsaydım
Bitmezdi hasretim dinle be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Yollar uzadıkça derman bitecek
Yıllar uzadıkça beden çökecek
Şakaklar kırlaşıp gözler göçecek
İş işten geçmeden ünle be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Açlığı tokluğu hiçe saydıran
Samanlığı bile seyran olduran
Bir işveli sözle ferman düzdüren
Senin gibi afet nerde be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Soluğun kesildi şimdi nerdesin
Melanî indinde eşsiz yerdesin
Çatık kaşlarınla bilmem ne dersin
Bir kusur mu ettim söyle be gülüm
Ölmeden mezara koyma be gülüm
Tahsin MELAN
27.09.2010
Halimi sorma
Neler kazandqm, neler kaybettim
Para kazandqm, dilimi kaybettim
Halimi sorma
Dilim yamalq, kalbim yaralq
Göxkünüm ben, bahtqm karalq
Halimi sorma
Yarqm bir dille, yarqm bir benle
Al beni baärqna, sqk beni göäsüne
Halimi sorma
Varlqk ixinde, yokluk xekerim
Dilim yokki, kimden isterim
Halimi sorma
Kur<un sqksalar, bedenim vursalar
Dilime deäil, bana kqysalar
Halimi sorma
Ali Sak
20.09.2010
AFFETMİYORUM SİZİ...
SEN..! Bakınma sağa sola! Evet SEN!
Bir kilo prince bir torba makarnaya kandın.
Bu... kadar mı açtın!
Bu... kadar mı sefildin!
Seni buna muhtaç edip verenin niyetini hiç mi anlamadın!
SEN! Evet SEN! Yüzü kızaran!
Bir metre kare yere bin kurşunun düştüğü yerde, şehit düştü atan.
Hiç mi titremedi o elin!
Vatan toprağını satana "evet" dedin.!
SEN! Ya SEN! Köşe bucak saklanan!
Gaflet,delalet ve hıyanet içinde olanları görüp susan! Adı "AYDIN" olan!
Sana dokunmadı mı yılan!
Kır o kalemini KIR!
Ya SEN! Ya SEN! Ağlayarak bana bakan!
Okumadın mı gençliğe hitabımı?
İçerden işgal ediliyor vatan!
Silkele üstündeki tozu, emdiğin süt haram olmadan!
Ya SİZ! Ya SİZLER!
SİLİN CUMHURİYET İLKELERİMİ TEKER TEKER!
Dolarla yatıp dolarla kalkın!
"AVRUPA AVRUPA" diye yerlere yatın!
Cübbelerinizle zafer narası atın!
Mehmetçiğe kurşun sıkana "kardeşlerim" diyeni meclise alın!
Kurumları, madenleri, toprağı, denize döktüklerime satın..!
Size zaten sözüm yok....!!!
HELAL ETMİYORUM HİÇ BİRİNİZE NE ŞEHİTLERİMİN NEDE BENİM HAKKIMI.!!
Baki Ceylan
13.09.2010
EY HALKIM , UNUTMA BİZİ
(Uğur Mumcu'nun hatıratına)
Yurdumu sevmişim bir baştan bir başa
Açın, çıplağın yanında almışım yerimi
Aklımı ve yüreğimi koymuşum ortaya
Kalemimi adamışım
Karşı koymuşum yalana
Ve zulmün saltanatına
Onuru ve erdemi savunmuşum
Düşmüşüm zindanlara
Kuvayi Milliyeci bir nefer iken
Sakıncalı piyade olmuşum
Sahip çıkmışım yurdumun çakıl taşına
Öksüzün yetimin hakkını sormuşum
Bir mum yakmışım Ortaçağ karanlığında
Bir mum gibi eritmişim kendimi
O gün faili meçhullere karışmışım
“Ey halkım unutma bizi!..
Ey halkım unutma...
Ey halkım...
Ey...
Bahattin GEMİCİ
06.09.2010
Alimin Cühelâsı
Bilir misin nasıldır âlimin cühelâsı
Her şeyi bildim sanır oysa yoktur fetvâsı
Bilmeden kulluk eder lanetlenmiş şeytana
Seni beni beğenmez başımızın belâsı
Arapçaya sığınır kendi dili zül gelir
Okumaya ne hacet duyduğuyla yetinir
Nerde hurafe varsa hemen dine giydirir
Mal mülk hepsi fani der oysa yoktur takvası
Kur'an okur Arapça mealinden bihaber
Sorsan manası nedir sana zındık mısın der
Eksik etek arkada kendisi önde gider
Dünyayı o yaratmış sanki öyle havası
Muska yazar su okur ondan şifa umarsan
Allah rızasınadır bedelini sorarsan
Yine de hayır demez yan cebine koyarsan
Ahret için dese de dünyalıktır kavgası
İşlediği ameller İslam'ın adınadır
Oysa farkında değil nasıl yanılgıdadır
Küffara ne gerek var böyle âlim çokçadır
Bu nedenle kapanmaz dinimizin yarası
Ey gafil uyan artık fitnelere kapıldın
Allah'ın kullarına hükmetmeye başladın
Kuldan kula kul olmaz buyurmuştur yaradan
Rüzgârlara gelesin dinimin yüz karası
Onca yaşananlardan hiç mi ibret almadın
Helâk oldu kavimler yine mi anlamadın
İlim irfan dururken cehalete doymadın
Aklın sıra gidersen müthiş olur ezası
Dinle beni ey gafil sana bir çift sözüm var
Yanılıyorsun deme gören bir çift gözüm var
Bırak şarlatanlığı buna da bir çözüm var
Bunda ısrar edersen vardır mutlak cezası
Melanî'yi dinlersen gerçek âlim olursun
Ne güzeldir bilirsen Arapça da okursun
Ama kendi dilinde mealde tad bulursun
Tefsirler yetmez ise hadislerdir çaresi
Tahsin MELAN
30.08.2010
Zafer Bayramı nedeniyle özel şiir:
http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fwww.youtube.com%2Fwatch%3Fv%3DNTf9kn5w3kI&h=41eda
Zafer sadece savaş meydanlarında kazanılmaz,
asıl zafer savaştan sonra verilen mücadeledir.
Atatürk'ün önderliğinde verilen mücadele ruhuna
bugün katkımız yoksa eğer,
hatta onu benimsemiyorsak,
her meydana Atatürk heykellerini dikerek...
takkiye yapmanın bir anlamı yok.
Öyle değilmi?
Gereğini yapalım...
yıkalım Atatürk'ün tüm heykellerini...
ve akıtalım içimizdeki
nefret nehrini...
kusalım içimizdeki..
kin irinini,
ve çıkalım Allah'ın
huzuruna...
Çıkmaya cesaretimiz varsa eğer....
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu olsun...
İşte şair Süleyman Apaydın'ın dediği gibi...
Yıkın Heykellerimi
Ey milletim
Ben Mustafa Kemal'im
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim
Hala en hakiki mürşit değilse ilim
Kurusun damağım dilim
Özür dilerim
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Özgürlük hala
En yüce değer
Değilse eğer
Prangalı kalsın diyorsanız köleler
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Yoksa çağdaş medeniyetin bir anlamı
Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı
Baş tacı edebiliyorsanız
Sanatın içine tüküren adamı
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Yetmediyse acısı şiddetin savaşın
Anlamı kalmadıysa
Yurtta sulh dünyada barışın
Eğer varsa ödülü silahlanmayla yarışın
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Özlediyseniz fesi peçeyi
Aydınlığa yeğliyorsanız kara geceyi
Hala medet umuyorsanız
Şıhtan şeyhten dervişten
Şifa buluyorsanız
Muskadan üfürükçüden
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Eşit olmasın diyorsanız kadınla erkek
Karaçarşafa girsin diyorsanız
Yobazin gazabından ürkerek
Diyorsanız ki okumasın
Kadınımız kızımız
Budur bizim alın yazımız
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Fazla geldiyse size
Hürriyet cumhuriyet
Özlemini çekiyorsanız
Saltanatın sultanın
Hala önemini anlayamadıysanız
Millet olmanın
Kul olun
Ümmet kalın
Fetvasını bekleyin şeyhülislamın
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
RAHAT BIRAKIN BENİ
Süleyman Apaydın
22.08.2010
(500 gündür suçunu bilmeden tutuklu olarak mahpusta yatan ... Prof. Haberal'i, Mustafa Balbay'ı, Tuncay Özkan'ı, Doğu Perinçek'i ve diğer vatanseverleri anıyoruz. Zira Cumhuriyet'i yıkmak için önce Cumhuriyet'in yetiştirdiği değerleri baltalamak gerekiyor.....)
Çınarı Yıkmak için Baltayı Köküne Vururlar
..........
Çınarı yıkmak için
baltayı köküne vururlar.
evi yıkmak için
sokarlar kundağı temele.
Kartal uçmaz olur
kanadı kırılınca.
düşünebilir miyiz
başımız vurulunca?
Onlar köküdür memleketin,
dallara yürüyen su
bu kökte saklıdır.
Onlar umudun temeli,
onlar kanadı hürriyetin,
halkın aklıdır.
Kaç kere kaç yerde baltalandı kök
yürümez oldu su
dallar kurudu.
Kırıldı kanat
öldürdüler aklı;
Ve sonra yolladılar insanları salhaneye.
Çünkü böyledir
asrımızın gerçeklerinden biri.
Nazım Hikmet
16.08.2010
TEVEKKÜL
“Kadermiş! “ öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;
Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.
“Çalış! dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül (kadercilik)” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın (ücretli işçin) iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür. Vazifesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir! ...
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Huda Vekil-i umurun (müdürün) değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in’amı ( hazinesi) kendi veznendir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen o;
Levazımın bitivermiş, değil mi ? Ekleyen o!
Çekip kumandası altına ordu ordu melek;
Senin hesabına küffarı hakisar edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin :
“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur, bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... yanaşman, ırgadın o;
Çoluk-çocuk ona ait: kahyan, müdir-i veznen o;
Alış seninse de, mes’ul olan verişten o;
Denizde cenk olacakmış... gemin o, kaptanın o;
Yaa, ordu lazım imiş... askerin, kumandanın o;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı o;
Tabib-i aile (aile doktorun), eczacı... hepsi hasılı o.
Ya sen nesin? Mütevekkil (her işini kadere bırakan kişi)! Yutulmaz artık bu !
Biraz saygı gerektir... ne saygısızlık bu ?
Huda’yı (yaratanı) kendine kul yaptı, kendi oldu huda;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete .... ha!
Mehmet Akif Ersoy
09.08.2010
Gerçek bir kadın nasıl olmalı?
Her gün kim bilir kaç kadın görüyorum…
Sokakta, vapurda, okulda, kuaförde, orda, burda…
Ama olmuyor hanımlar, olmuyor!
Kadınlar kadınlığı unutalı daha kaç on yıl oldu ki?
Solaryuma girmeye, çıplak gezmeye, kariyer hırsıyla yüzlerini buruşturmaya başlayalı kaç on yıl oldu?
Çevremde gördüğüm kadınlardan bazılarının birtakım özelliklerini seçtim.
Bunlara, dizilerdeki, filmlerdeki, romanlardaki kadınların hoşuma giden özelliklerini ekledim.
Gözlerimi kapadım, Osmanlı zamanından kalma, hani şu afet-i devran denen kadınları düşündüm.
O nasıl bir cazibedir ki, peçelerin ardından bile erkekleri aşık eder.
Bir Fransız kadınının zarafetini düşündüm sonra, bir İspanyol kadınının ateşini ve bir Türk köylü kızının tazeliğini..
Kadının güle benzemesi gerektiğine karar verdim sonunda.
Kadının hası güle benzer. Rengiyle, kokusuyla, dikeniyle.
Açın televizyonu, bir tane gül görüyor musunuz?
Kadının hası yumuşak başlı olmaz, ama ağırbaşlı ve sıcak olur.
Ağırbaşlılıktan kastım, sıkıcılık değil elbet.
Şımarıklığın da hakkını verir.
Ağırbaşlı tebessümleri olur bir de.
Kadın yüzü dediğin mahkeme duvarına benzemeyecek.
Bu tebessümler sevgidir. Yumuşacık bir sevgi olur kadın yüreğinde.
Kim olursa olsun, ne yaşamış olursa olsun.
Erkeğini dizine yatırıp saçlarını okşamayı bilir gerçek bir kadın.
Kadının hası nerede, nasıl davranacağını bilir.
İnsanların içinde kapris yapmaz, hır çıkarmaz; ama gerçek bir Osmanlı kadını gibi, adabıyla, raconuyla istediğini alır.
Dırdır etmez. Çok konuşup, baskı yapıp erkeği bezdirmez.
Yüz göz olmaz kadının hası.
Bazen öyle bir bakar ki, hele bir de bazen öyle bir susar ki, bin tümceye bedeldir bu bakmalarla susmalar.
Bu kadın üzülmeyi de bilir, ağlamayı da, kızmayı da.
Ama üzmemek lazım, ayrıca kızdırmaya da gelmez.
Gerçek bir kadın ezik durmaz. Kambur yürümez, dimdik durur.
Kendine saygısı, güveni vardır.
Erkeğine can yoldaşı olur, destek olur, onu dinlemeyi bilir.
Bazen utangaç olur, bazen ürkek.
Soğuktan ya da yalnızlıktan korkabilir kadın.
Aptal olmaz gerçek bir kadın. Bön bön bakmaz adamların suratına.
Hülyalı bakışları da olsa, zihni uyanık olur.
Hüznü, gökten deli deli yağan yağmur gibi olur, saçlarından akar.
Neşesi ise öyle renkli, öyle dağınık; saçları savrulur.
Kahkahaları vardır bu kadının, çın çın eder odaların duvarlarında.
Sesi güzel olur kadının, biraz buğulu… arada bir pencereye yaslar başını, sokağa dalıp gider, bir şarkı söyler.
Olgunluğuyla şaşırtır erkeği.
Bazen de öyle çocuk olur, öyle sağlam saçmalar ki, yine, yine şaşırtır onu.
Sıkmaz kadın, bunaltmaz, yaşa yaşa bitmez.
Huzur verir varlığıyla.
İçmesini de bilir kadının hası.
Bazı akşamlar anason kokulu tüter sofrasının sıcağı.
İçli bir türkü dinler bazen, üşür, sırtına hırkasını alır.
Konuşurken insanın yüzüne bakar kadın.
Kibirli olmaz. Kültürsüz olmaz. Bomboş olmaz kafası.
Dünyanın, ülkenin olaylarını bilir, anlar, söyleyecek sözü vardır.
Kişiliklidir. Beceriklidir.
Tırnağı kırılınca üzülür, üzülür işte, profesör de olsa, sultan da olsa, boksör de olsa üzülür.
Gerçek bir kadın hiçbir zaman reklam panolarındaki kızlara benzemez.
Etini teşhir etmez. Fosforlu bir taş gibiliği yoktur onun, loş bir cazibesi vardır.
Albenisi metrelerce öteden çarpar adamı.
Ne kadar örtüneceğini, ne kadar açılacağını, yerine ve zamanına göre bilir.
Gerçek bir kadın Paris podyumlarında yürüyen, 17. yüzyılın vebalı kadınları gibi mankenlere benzemez.
Uzun saçları vardır kadının. Yumuşak olur, güzel kokar.
Kadının hası saçlarını ne zaman toplayacağını, ne zaman salacağını bilir.
Kadına yaraşmaz soğukluk.
Gerçek bir kadın göbek atmayı, gerdan kırmayı, iyi becerir; ama öyle her yerde masaların üstüne çıkıp oynamaz.
Havasında oldu mu, bir oynadı mı, herkes onu izler.
Kadın korunmayı sever, ama korunmaya muhtaç olmaz.
Erkekler korumayı severler, ama yine de güçsüz, zavallı kadınlardan hoşlanmazlar.
Güçlü kadından ise çekinirler, ona yanaşamazlar.
Kadının hası bu dengeyi kurmayı bilir; gücünü erkeğin gözüne gözüne sokmaz.
Has kadına naz da yakışır, kapris de.
Öyle tatlı, öyle kıvamlı naz eder ki, onun nazını erkek zevkle çeker.
Gerçek bir kadın şiir gibi olur, mey gibi olur, ömür gibi olur…
CAN YÜCEL
12.07.2010
ATATÜRK'TEN SON MEKTUP
Siz beni hala anlayamadınız
Ve çağlarca da anlamayacaksınız...
Hep tutturmus "yıl 1919" Mayıs'ın 19'u diyorsunuz
Ve eskimis sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler,
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin;
Hakkından gelebildiniz mi, yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemal'in ülküsü sadece söz değil.
Bana muştular getirin bir daha
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan,
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınızmı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınızmı?
Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hala oturmuş on Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar fethine çıkıyor uzak dünyaların,
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız;
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil,
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü,
Görüyorum ki hala aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken,
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?..
Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslara;
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklara,
Bu vatan, bu canım vatan sizden calışmak ister,
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter yeter!
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Halim Yağcıoğlu
05.07.2010
SIVAS ACISI
(2 TEMMUZ 1993 SIVAS KATLIAMI ANISINA)
Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sivas´tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgarı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi, hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından, Sivas işi
Ben duyarım, duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sivas ilinden
Sivas rüzgarında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende, ne de sende
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı da olsa bütün vicdan kapıları yüzü
Aziz Nesin
28.06.2010
Açlık Ordusu Yürüyor...
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
Nazım Hikmet
21.06.2010
DÜRÜST İNSAN SEVİLİR
Herkes bilir dürüst insan sevilir;
Bilmek yetmez dürüst olmak gerekir.
Kimde yalan yoksa candan övülür
Yamuk değil doğru kalmak gerekir.
Gördüğün her şeyi doğrudur sanma,
Başka bir açıdan izahı anla,
Kızgın demir soğur sabret zamanla
Olgunca meydana gelmek gerekir.
Açıkça söylersem kırması kolay,
Yangını çıkarmak çok basit olay,
Şekline bakarak etme hiç alay
Kimde ne var ne yok bilmek gerekir.
Kayıkta boş yere çekme küreği,
Yakın et amacı alma ırağı,
Camdan da incedir insan yüreği
Gözden akan seli silmek gerekir.
Merkezde bulun ki, bilinsin hayat,
Bir senin olmasın herkese rahat,
Bir dünya dile ki, sürsün muhabbet
Lokmayı yoksulla bölmek gerekir.
İncinsen de sakın incitme kulu,
Bencillik ederek ağlatma gülü,
Tatlı dille aşar insanlar yolu
Demir olsa dağlar delmek gerekir.
Hakim ol öfkene, meyletme kine,
Cömert ol, savurma düşme zevkine,
Uzanma ırağa el ver yakına
Sılayı rahimde gülmek gerekir.
Sanma sağlık beleş bir mikrop yıkar,
Vakti gelir bugün giren dert çıkar,
Bir kıvılcım koca sarayı yakar
Fitneyi yerlere çalmak gerekir.
Mağrurlanma değmez başın göklere,
Bakıyor insanlık aşkla esere,
Tatlı dil güler yüz çaredir derde
Huzuru birlikte kılmak gerekir.
Arama eksiği gediği asla,
Zannetme bu dünya geçer hevesle,
"Ben" deme ruhunu ahlakla besle
Her olaydan bir ders almak gerekir.
Yarın derken bugün yarında dünün,
Çok çabuk geçiyor çok çabuk günün,
Hakk'ın huzurunda vuslat düğünün
O zaman ölmeden ölmek gerekir.
Halil G Ü L E L
14.06.2010
GÜZEL DİLİMİZ
Duvarlarda afişler
Türkçe'mi katletmişler.
Kırk yıllık kahvemizi
Tutup "cafe" etmişler
Vişnemiz oldu wishne
Berberimiz "kuaför"
Affet sen Kemal Paşa
Paşa da olmus "pacha"
Mektuplara "mail" derken
Dili "delete" ederken
On ve off derdindeler
Yarabbim sen akıl ver
Köydeki Ayşe teyze
Anadan mi öğrendi ?
Soruyor her gidişte
"Neskayfe içecen mi"?
Çocuklar internette
"Sörf" yapalım diyorlar
Öğretmenler okulda
"Search" edip bul diyorlar
Kafalara "save" etmiş
Bir kültür "download" oldu
Kimse "upload" etmiyor
Türkçe'miz unutuldu
İngilizcem bozuktur
Kadı kızında olur
Sakın hata bulmayın
Şairler hassas olur.
Ben bir Türk evladıyım
Kullanırım dilimi
Hem de gurur duyarım
Ezdirmem alfabemi
Hangi lisan anlatır
Beni dilimden başka
Nasıl ifadelenir
Düşülünce bir aşka
Sevdiğime duyduğum
O derin sevgileri
Ne'ce anlatacağım
İçimdeki hisleri
Gelin birlik olalım
İtirazlar yükselsin
Gireceksek AB'ye
Önce dilimiz girsin
Şu internet nimetse
Bunu firsat sayalım
Her yollanan mektuba
Bir uyarı koyalım
Sev dilini,hep koru
Budur bu işin yolu
Dilinle varsan eğer
Açık uygarlık yolu
Çiğdem Altınöz
07.06.2010
Yaşamaya dair
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...
1948
NAZIM HİKMET
31.05.2010
Zor Günlerin Şiirleri
Tekel işçisi nişanlı kızın vasiyeti
Benim bu Tekelden ölüm çıkacak,
Ölüm çıkacak, kesin.
Beni almak için nişanlım,
Üç bin ceset torbası getirsin.
Benim bu Tekelde fermanım kesin,
Kararım kesin.
Benim başımı, günde üç kere kesin,
Başım herkesin.
Bafra’da başladığım yatak örtüsünü,
Bitlis’te bitirememişim,
İğneden ibrişimi geçirememişim,
Ama, geçecek, kesin.
Pembe sümbüller işliyordum uçlarına,
Al yeşil meyveler, biberiyeler,
Süt kâseleri ki herkes içsin, herkes yesin.
Önlüğümü makasla kesin,
Gelinliğimi, duvağımı fabrikaya asın,
Asla tutulmasın yasım,
Bu adamlar Anzavur’dan Anzavur,
Anzavur’un yollarını kesin.
Bu polis hangi polis,
Biber gazı sıkıyor gözlerimize.
Bu hükümet kimin hükümeti?
Satıyor mübarek memleketi.
Yıkılmak yok, düşen kalkacak,
Bu kesin, kesin!
Çeyizim satılsın, yüzüğüm satılsın,
Dantellerim, oyalarım satılsın,
Ama, Tekel vatandır, namustur,
Namusumuz satılmasın.
Sarı saçlarım kesilsin,
Nefesim, kefenim kesilsin,
Ama, umudumuz kesilmesin.
Ak göğsümden sütümü toprak emsin,
Akça sütüm herkesin.
Tütün gibi sarıp içsin beni toprak,
Ateşim Muş ovalarından tütsün,
Dumanım işbirlikçiyi yutsun.
Zafer sabahı çıkacağım topraktan,
Saçlarıma tütün Gülleri takarak,
Bu kesin, kesin!
Ey yaralı, onurlu Türkiye ruhumdasın,
El ne derse desin!
Hüseyin Haydar
24.05.2010
Denizlili bir vatandaşın Başbakan Erdoğan'a ithafen yazdığı şiir.
'İrecep Bey!..'
İrecep bey sen bize, meydanlarda söz verdin.
Memleketi düzlüğe, götcem dedin götmedin.
Garşımızda safilce, boynun büküp durdun,
Haydut, hırsız, haksıza, çatcem dedin çatmadın.
Müslümanız çok şükür, Batıyınan işimiz
Olmaz bizim, bizlere yeter gendi aşımız,
Dedin emme, sayende, tasmalandı başımız,
IMF cavırını, atcem dedin, atmadın.
Kerkükte gızanları, Kürde teslim eyledin,
Türk'e vurana güldün, vurulanı payladın,
Bir ara sevindiydik, böyük laflar eyledin ,
Kerkük gırmızı çizgim, gitcem dedin gitmedin.
Bizden oy ister iken, cavırlara hep çattın,
Denizli meydanında, bol bol palavra attın,
Amerika'ya karşı, söyle bakam, ne ettin,
Çilli horozlar gibi, ötcem dedin ötmedin.
Push denen o pis cavir, şeyhin mi oldu senin,
El pençe divan durdun, her lafına sen onun,
Bir tek vatansever yok, hayalin dolu dört yanın,
Memleket davasını, gütcem dedin gütmedin.
Mesuttan gurtulduyduk, rahmet okuttun ona,
Nah bu eller gırılsın, daha oy versem sana,
Rezil rüsvay eyledin, bizi tekmil cihana,
Devleti böyük devlet, etcem dedin etmedin .
Aşiret artığından, gorkup gaçacak millet,
Esgerinin başına, çuval geçecek millet,
Senin gibi içi boş, balon seçecek millet,
Değildik, amma yemin ettin, dutcem dedin dutmadın.'
.........................................
17.05.2010
BİR HAZİN HÜRRİYET
Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!
Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
NAZIM HİKMET (1951)
Seslendirilmiş Versiyonu (Selda Bağcan)
http://www.izlesene.com/video/muzik-bir-hazin-hurriyet-nazim-hikmet/1439111
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Facebook beğen |
|
|
|
|
|