Ruhr Veliler Birliği - ELTERNVERBAND RUHR e.V.
Ana Başlıklar  
  Ana Sayfa
  Tanıtım_Ulaşım
  Basında biz...
  Yönetim Kurulu
  Etkinliklerimiz
  FörBiLes
  MobilES
  23 Nisan Kutlamaları
  Cumhuriyet Bayramı
  Okuma Yarışmaları
  Siyaset Meydanı
  Irkçılığa Karşı Girişim
  Halkla ilişkiler
  Ali Sak
  Öğretmen
  Eğitim
  Türkçe Gönüllüleri
  Atatürk
  Veli Dernekleri
  Kitap dünyası
  Genç nesil
  ÇOCUK KÖŞESİ
  Türkan Saylan
  Faydalı Bilgiler
  Uyum
  Tarih bilinci
  Sağlık
  Misafir Kalem
  Şiirler
  Anlamlı Sözler
  Öyküler-Hikayeler
  => Yolumuzdaki engeller
  => Anne
  => Maviş
  => Kavanoz ve Kahve
  => Yük ve Yol
  => İbretlik...
  => Çınar Ağacı
  => Müslümana Haram
  => Atatürk ve Torpil
  => Gönüller Sultanı
  => Ağlayan Kuş
  FIKRALAR
  İş İlanları
  Duyurular
  Basından Seçmeler
  DOST Siteler
  Teşekkürler
  Ziyaretçi Defteri
  Ziyaretci Trafigi
  Top liste
  Galeri
Çınar Ağacı

 

                                                            Çınar Ağacı



Değişik türde ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, çeşitli böceklerin yaşadığı, rengarenk çiçeklerin açtığı koskoca bir bahçe varmış. Bahçenin kuytu bir köşesinde yaşlı mı yaşlı bir çınar ağacı yaşarmış. Çınar ağacı zamanın acımasız izlerini üzerinde taşıyormuş. Son yıllarda dallarının bir kısmı kuru kalıyormuş artık bahar geldiğinde. O iri, kabuklu ve benekli gövdesi çürümeye yüz tutmuş adeta. Artık kurtların ve böceklerin uğrak yeri olmuş. Bazen eski halini düşünür, hayal alemine göçer gidermiş.

Yıllar öncesinde arıların, kelebeklerin, kuşların, aşıkların ve o çok sevdiği çocukların en kıymetli dostu olan kadim çınar ağacı, bazen gıbta ile bakarmış çevresindeki genç ağaçlara. İnce, kuvvetli, yemyeşil yapraklarıyla yaşlı çınar ağacına sanki nispet eder gibi ahenkle salınırlarmış, hafifçe esen rüzgarın da etkisiyle. Yapraklarının tazeliği ve yoğunluğu, dallarının gücü ve esnekliğiyle övünür gibi, dimdik duruyorlarmış bahçenin orta yerinde. Tüm çiçekler, kuşlar, arılar artık o gencecik ağaçların etrafına toplanıyorlarmış. İnsanlar bile yaşlı çınar ağacına pek ilgi duymaz olmuşlar yıllardan beri. O, çok sevdiği çocuk seslerini, kurulan salıncakları, söylenen ninnileri, türküleri, yapılan aşk yeminlerini bile içi sızlayarak uzaklardan duymaya alışmış artık.

 

Kendini terkedilmiş, yalnız ve değersiz bulduğu bir bahar sabahı, çınar ağacının altında bembeyaz bir papatya çiçeği açmış. Çınar ağacı papatya çiçeğini görür görmez sevinçle yapraklarında biriken nemlerden bir kaç damla akıtmış papatyanın üzerine. Papatya çiçeği, üzerine sabahın erken saatlerinde gözyaşları misali nemlerini damla damla akıtan çınar ağacına başını kaldırarak şöyle bir bakmış. Çınar ağacının kurumaya yüz tutmuş dalları ve yapraklarının seyrekliği ilk bakışta ürkütmüş papatya çiçeğini ve kendi kendine mırıldanmış: “Koskoca bahçenin içerisinde onca güzel çiçekler, güller ve yemyeşil ağaçlar dururken, benim burda, şu kurumaya yüz tutmuş ihtiyar çınar ağacının altında hayat bulmam, onunla bir ömür geçirecek olmam kadersizliğimden olsa gerek.” Gıpta ile diğer papatyaların bulunduğu yerlerdeki genç, dinamik ve dümdüz ağaçlara bakmış. Başını kaldırıp, yanındaki hayat arkadaşı olacak yaşlı çınar ağacına bir daha bakacak gücü bulamamış kendinde. Fakat elinden birşey gelmiyormuş ki. Burada doğmuş ve burada ölecekmiş artık. Çiçeğinin yapraklarını yere eğerek kaderine küsmüş. Hayata küsmüş gibi boynunu eğen taze papatya çiçeği, bir daha baöını kaldırıp bakmamış çınar ağacına.

 

Oysa saf, masum, ince ve narin vücuduyla papatya çiçeği çınar ağacının ilgisini çekiyormuş. Papatya çiçeğinin susuzluktan boynunu büktügünü sandığı için, her sabah kendini zorlayarak biriken nemlerini onun üzerine akıtarak toprağını nemli tutmaya çalışıyormuş. Sıcak ve yağmursuz geçen yaz aylarında susuzluktan kurumaması için sabahları yapraklarında biriken nemlerle kendi susuzluğunu gidermesi gerekirken, o yeni kader dostunu susuz bırakmamaya kararlıymış.

 

Aradan çok geçmemiş ki, çınar ağacının bu fedakarlağı izlerini göstermeye başlamış. Zaten seyrek olan yapraklar, teker teker yeşil giysilerini değiştirip sarıya bürünüyorlarmış. Aradan günler geçtikçe kuruyup, rüzgarın da etkisiyle, yaşlı çınar ağacını ebediyen terk ediyorlarmış. Yapraklar seyreldikçe, az çok yeşil kalan dalları da kurumaya yüz tutmuş. Yaşlı çınar ağacı artık içten içe kuruduğunun farkındaymış. İçi susuzluktan yanmasına aldırmadan, biriktirdiği nemleri hala papatya çiçeğine akıtıyormuş. Fakat zamanla çınar ağacı da anlamış, papatya çiçeğinin susuzluktan boynunu bükmediğini. Yılların tecrübesi ona çok şeyler öğretmiş. Nice sevdalıların buluşma yeri, nice ayrılıkların şahidi, nice aşk intiharlarının sebebi olmuş. Gövdesi tırnaklarla kazılan, kan ile boyanan ve aşk yeminleriyle mühürlenen izlerle doluymuş. Bunca tecrübeye rağmen, ilk defa sevgiyi gövdesine kazılan izlerde değil, gönlünde açılan yaraların acısında bulmuş. Sevginin, sevilen sevmese de var olabileceğini anlamış. İlk defa, sevilen kendisinden yüz çevirse de, sevene hiç bakmasa da, sevginin yaşayabileceğini kavramış ve kendi kendine mırıldanmış: “Şimdi anlıyorum içten içe kurumak, yaşarken ölmek ne demek. Elimde olsa da sevdiğimi sevdiğine kavuşturabilsem. Uzaktan da olsa onu boynu bükük değil, başı dik görsem. Gözlerinden keder yaşları değil, sevinç gözyaşlarının aktığını bilsem. İçten içe ölmek........evet şimdi anlıyorum ne demek. Kara sevda dedikleri........bu olsa gerek. Ölüme gideceğini bile bile.....ona herşeyini karşılıksız verebilmek.”

 

Yaz ayları ilerledikçe havalar da giderek ısınıyor, öğlen güneşinin etkisiyle rengarenk açan çiçeklerin, güllerin, papatyaların yaprakları soluyor, gövdeleri eğiliyormuş. Oysa çınar ağacının altındaki papatya, yaşlı çınarın akıttığı nemlerle dimdik ayakta durmayı başarıyor, kızgın güneşe adeta meydan okuyormuş. Önceleri diğer çiçeklerin üzerinde ahenkle gezen kelebekler ve arılar artık çınar ağacının altındaki papatya çiçeğine uğramaya başlamışlar. Çınar ağacının akıttığı nemleri yapraklarının arasında gizleyen papatya çiçeğine konup susuzluklarını gideriyorlarmış. İlgi odağı olmak papatyanın da çok hoşuna gidiyormuş. Bu duruma çok seviniyor, mutlu oluyormuş. Koskoca çınar ağacı heybetli ve korkutucu görüntüsü ile önceleri kendisini ürkütse de, zamanla kelebeklerin ilgi odağı olan papatya çiçeği, artık başka bir gözle bakıyormuş ona. Yaşlı çınar ağacının görkemli görüntüsü ve asaletli hali zamanla etkilemiş papatya çiçeğini. Çınar ağacının hep kendisiyle, sadece kendisiyle ilgilenmesini, damla damla akan nemlerini sadece kendisine dökmesini istiyormuş. Sadece ona değsin gölgesi, sadece onu korusun dalları istiyormuş. Kıskanıyormuş çınar ağacını, rengarenk güllerden, sarı lalelerden, beyaz papatyalardan ve mor menekşelerden. Papataya çiçeği artık o çok sevdiği çınar ağacı için açıyormuş bembeyaz yapraklarını; her sabah yeniden. Yaşlı çınar ağacına olan aşkı o kadar büyümüş ki, ondan düşen her yaprakta içinden birşeylerin koptuğunu farkediyormuş artık.

 

Sonbahar yaklaştıkça çınar ağacından dökülen yapraklar teker teker papatya çiçeğinin etrafını sarıyormuş. Papatya çiçeği zamanla yaprakların altında adeta kayıp olup gitmiş. Yağışlı ve rüzgarlı sonbahar mevsimi geldiğinde tüm diğer ağaçların yaprakları henüz sararıp solmak üzereyken, yaşlı çınar ağacında bir tek yaprak bile kalmamış. Bu sene susuz kalmanın etkisiyle çok erkenden dökmüş yapraklarını. Kuruyan dalları, şiddetli esen rüzgarın da etkisiyle, kırılmış; ve o heybetli gövdesi de artık çatlamaya başlamış. Bu arada papatya çiçeği, çınar ağacından dökülen yaprakların altında soğuk günlerin, şiddetli yağmur ve rüzgarların etkisini hissetmiyormuş hiç. Sadece yağan yağmurun, esen rüzgarın sesini duyuyormuş. Soğuk kış aylarının getirdiği dondurucu ve karlı günlerden bile haberi olmamış papatya çiçeğinin. Aslında bu durumdan çok memnunmuş. Tek eksiği ise, güz aylarından bu yana yüzünü göremediği çınar ağacıymış. Rüzgarın altında onun çatırdayan dallarının sesini duyuyor ve yapraklarının sayesinde verdiği sıcaklığı hissediyormuş. Buna da şükür ediyormuş papatya. Yetiyormuş ona, çınar ağacının varlığını, onun verdiği sıcaklıkta hissetmek.

 

Zaman akıp gidiyormuş. Papatya, yaşlı çınar ağacının yüzünü görmeyeli çok olmuş. Kendi kendine: “Ne var sanki zamanı gelse de şu yapraklardan oluşan yorgan üzerimden çekilse, boynumu kaldırıp ona bir daha bakabilsem, bir kerecik daha görsem yüzünü” diyormuş. Yaprakların altında çınar ağacına olan özlemiyle, hasretiyle, ona karşı beslediği aşk duygularının ızdırabıyla yanıp tutuşuyormuş papatya çiçeği.

 

Ve bir gün ansızın açılıvermiş üzerindeki yapraklardan oluşan yorgan. Güneş ilk ışıklarını vurup gözlerini kamaştırmış papatya çiçeğinin. Gözleri gün ışığına alıştığında, hemen başını kaldırıp o çok sevdiği çınar ağacına bakmış.

Fakat......göremiyormuş onu. Gözlerini güneşten kaçırıp bir daha bakmış yukarı doğru. Gene görememiş............o yaşlı çınar ağacını. Kahrından ölecekmiş papatya. Çılgıncasına sevdiği yaşlı çınar ağacı yokmuş artık.

 

Papatya, bir sevgiliyi kayıp etmenin getirdiği üzüntüyle yapraklarının arasında biriken nemleri gözyaşı misali akıtarak başını yere eğmiş. Oracıkta görmüş onu, upuzun yatan yaşlı çınar ağacını. Papatyanın gözleri yaşlarla dolup taşmış. Gözleri yaş, gönlü hüzün dolu, hatırlamış o çok sevdiği çınar ağacına yaptığı haksızlıkları. O, az yapraklı, kurumaya yüz tutmuş dalları, yaşlı mı yaşlı çınar ağacını yaşatmış tekrar hayalinde. Birde onun kendisine verdiklerini düşünmüş. Ve, o an anlamış, neden o yaşlı çınar ağacını sevmenin kolay olduğunu. Şimdi anlamış onu çok ama çok sevdiğini. O, papatyaya emek vermiş. Kendi hayatından vazgeçerek, papatyayı yaz aylarının susuzluğundan, güz aylarının rüzgarlarından ve kış aylarının getirdiği soğuklardan korumuş. O ise, yıllara değil sevgiye yenik düşmüştü.

 

Papatya anlamış artık. Sevgi emek istermiş, sevgi fedakarlık istermiş. Ve, son bir kez daha düşünmüş o yaşlı ama gönlü sevgiyle dolu olan çınar ağacını. O, kendisine hiç bir zaman sevdiğini söylememişti. Hep içinde saklamıştı sevgisini. Papatya içinden teşekkür etmiş ona. Biliyormuş artık gerçek sevginin, dış görünüşlerden uzak.......söylemeden........elini tutmadan......onu öpmeden....yaşanabileceğini ve kavuşmadan da var olabileceğini. Papatya, canlanır umudu ile her sabah biriken nemlerini yanında upuzun yatan çınar ağacına akıtmış.

Ve......sonunda papatya çiçeği de anlamış; sevmenin.....için için kuruyarak....ölmenin.....ne demek olduğunu. Papatya çiçeği son kez yaşamış sıcak yaz aylarını. Yıllara değil, zarif bir papatyanın sevgisine boyun eğen çınar ağacının yerde yatan cansız gövdesinin gölgesinde.                                                      

"Lamour"

 
   
Facebook beğen  
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol