Kuyulardan korkarım. Hep korkardım. Hem korkardım, hem de nerede bir kuyu görsem ille yaklaşıp ürpererek içine bakardım.
Çok küçükken anneannemin bahçesinde, bana göre dev, bir su küpü vardı. Kenarına tutunduğumda, ayaklarım yerden kesilirdi. Onun içine eğilip “ Aaaa ! ” diye bağırırdım. Yankılanan sesimden korkar ve sudaki aksime bakıp “ İyi ki bu bir kuyu değil “ diye düşünürdüm.
Çocukluğumun bütün yazları Burgaz adası’nda geçmiştir. Birçok hayvanla haşır neşir oldukça mutlu bir çocukluktu bu.
Dokuz yaşlarında olmalıydım. Yaz için kiraladığımız evin bahçesinde, her baktığımda beni dehşetlere düşüren çok eski bir kuyu vardı.
Kapağı genelde kapalı olurdu. Kırk yılda bir açıldığında ise mutlaka ben tepesinde bitip, bir yerlere sıkı sıkı tutunarak içine bakar ve dehşet içinde titrerdim.
Bir sabah, sürekli ve yürek paralayan bir kedi miyavlamasıyla uyandım. Doğal olarak bu canhıraş feryatlar, benden başka kimsenin umurunda değil. Deli gibi bahçeye fırladım. Madem başı dertte olan bir kedi var, hemen duruma el koymalıyım. Ben nice kedileri tecavüzden kurtarmış adamım. Ama bu sefer durum oldukça şaşırtıcıydı. Yabancı bir kedi, - civardaki bütün kedileri tanırdım- kapağı açık olan kuyunun içine eğilmiş bağırıyor. Korku ile, bir yerlere tutunmayı bile unutarak içine baktığımda, gözlerim yuvalarından fırladı.
Bana göre çok büyük olan kuyuda, birkaç metreden sonra, derinliğini asla tahmin edemeyeceğim bir su var. Kuyunun kenar taşlarından birine tutunmuş, yarı belinden aşağısı suda, bağırmaktan sesi kısılmış, tir tir titreyen bir yavru !
O an hissettiğim şeyi, tarif etmem de mümkün değil, unutabilmem de... Anne kedi çılgına dönmüş, yapabileceği hiçbir şey yok. Yanına gittiğimde, yüzüme öyle yalvaran bir ifadeyle baktı ki, onu da ne tarif etmek mümkün, ne de unutabilmek.
Bin anda kararımı verip terliklerimi çıkardım ve bacaklarımı kuyuya sarkıttım. Çıkıntılı taşlara tutunarak, örümcek gibi, ağır ağır aşağıya inmeye başladım. O yosunlu taşlara basınca kayabileceğimden, hatta kuyunun kendisinden bile korkmadan, bana bunu yaptıran şeyin, nasıl bir duygu olduğunu anlatabileceğimi sanmıyorum. O yaşta bir çocuk için ne deli bir cesaretti bu.
Bu arada, tesadüfen pencereden dışarı bakan annem, kuyunun ağzından en son aşağı doğru süzülen kafamı görüyor. Hâlâ aynı şiddette bağırmakta olan kedinin sesini bastıran canhıraş bir feryat daha. Ama benim yapabileceğim bir şey yok. Zaten çok geç kalınmış, ben yarı yolu aşmışım.
Bir an yukarı baktım. Anlamını ancak yıllar sonra kavrayabileceğim inanılmaz bir görüntü.
Yusyuvarlak kuyunun ağzı, fonda parlak gökyüzü ve iki kafa...Biri insan biri kedi.
İki çift endişeli göz...Biri insan biri kedi.
İki ağlamaklı anne...Biri insan biri kedi.
Dikkatle aşağıya indim ve bin bir güçlükle, bir elimi tutunduğum yerden çektim. O anda kayıp düşmekten çok, alırken yavruyu suya düşürmekten korkuyordum. Uzandım ve aldım.
Sıskacık, çirkin, sırsıklam. İyi de...Bir elimde o varken, nasıl yukarı çıkacağım tek elimle ben ?
Tekrar yukarı baktım. Ne bir ses, ne bir hareket. İkisi de nefeslerini tutmuşlar, kendin karar vermelisin der gibi bakıyorlar.
Ben de yavruyu tuttuğum gibi giysimin yakasından içeriye soktum. Sırılsıklam, buz gibi...Tutunmak için tırnaklarını geçirecek gücü bile kalmamış. Yapıştı kaldı öylece, çıplak göğsümün üstüne. Etimin içine geçti sanki, o minicik bedeni.
Elektrikli bir titreşim aletinin, tenime değmesi gibi bir şeydi, somut olarak hissettiğim. O buz gibi dokunuştan, bedenime yayılan sıcaklık ise, iliklerime geçti bir anda. Oradan da ta derinlere ve o zamanlar, varlığımdan bile habersiz olduğum ruhumu sardı. Olağanüstü bir duyguydu... İçime dolan o müthiş enerjiyle, kanatlanarak, uça uça çıktım kuyudan. Annemin fısıltıyla okumakta olduğu duanın son cümlesini tekrarlayarak.
Başımı çevirip aşağı baksam bayılabilirim. Yapmadım. Yapar mıyım ? Asıl güzel duyguyu bozmaya ne gerek var ? Daha önce suya düşen karıncaları, kanatları ıslanmış kelebekleri, oltaya takılmış balıkları kurtarma operasyonlarım çok olmuştu. Ama bu hiç birine benzemiyor. Orada bir an durup gözlerimi kapattım ve beynime kaydettim bu duyguyu. Bunu becermeyi ta o zaman öğrenmişim. Yaşadığım her güzel duyguyu, olağanüstü ve saklanmaya değerse eğer, beynimin bir köşesine kaydedip, sonsuza kadar saklayabilirim ben. Zaman zaman aralarından istediğimi seçip tekrar tekrar yaşayabilirim de.
Göğsümde ıslak yavru, karşımda iki anne... Biri insan biri kedi, öylece durduk biraz. Şaşkın, kararsız. Kedi annemden korkuyor, ta başından beri hem . Ama, bastığı yere çakılmış gibi bekliyor, gözleri gözlerimde.
Annem beni pataklayacak biliyorum. Artık korkusu geçti, sağ ve sağlamım ya. Endişesi yavaşça yerini öfkeye bırakırken, göğsümdeki yavru viyakladı nihayet. Annesinin kokusunu mu aldı ne ... Anne kediden yürek paralayan bir inilti yükseldiğinde, yavaşça yere çömeldim ve göğsümden kopardığım yavruyu, iki avucumda tutarak ona uzattım.
Ne müthiş bir sahneydi o. Kedi birden atıldı, annem telaşlandı. Ben öyle sakinim ki ... Duyguyu uzatıyorum. Hemen bitsin mi öyle, korku ve heyecanla beklenen o mutlu son ? Ben bunu hep yaparım. Duyguları uzatırım. Kedi beni anladı. Deli gibi avucumdan yavrusunu kaparak sıvışmadı. Minnetini anlatmak ister gibi dizlerime süründü. Pembe pürtüklü diliyle, bir yavruyu bir elimi yaladı. Mırıldandığı tatlı sözler, hem yavrusu içindi, hem benim için. Ben de ona tatlı sözlerle karşılık verdim. İçgüdüsel bir şeydi bu, çünkü o zamanlar hayvanların, seslerden etkilendiklerini bilmezdim.
Biz böyle, yavru kedi, yavru insan ve anne kedi olarak, ışıklı bir sevgi haresinde erimişken, anne insanın sesiyle gerçek dünyaya döndük.
O ana kadar hiç sesini çıkarmadan bekleyen ve adeta taş kesilmiş olan annem, bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş olmalı “ Bitti mi ?” dedi.
Kedi durumu hemen anladı. Yavrusunu ağzına alarak benimle vedalaştı. Garip bir ses çıkararak uzaklaşırken dönüp anneme baktı. Bakışları
“ O’nu fazla hırpalama” der gibi miydi ?
Annem ise kararlı, beni pataklayacak. Böle bir olaydan etkilenmemiş olması mümkün mü ? Bilemem. Bana hiç etkilenmemiş göründü.
Annem çelik gibi iradesi olan bir kadındı. Asla zaaf göstermezdi. Asla ödün vermezdi. Cezayı gerektiren bir durum, mutlaka ceza alırdı. Ağır ceza, hafif ceza olabilir, ama affetmek olmazdı. Dayak filan da boldu tabii. Şimdi de tokatlanacağım belli. Ayağa kalkınca son bir defa medet umar gibi uzaklaşmakta olan kediye bakıyorum. Ve annemle göz gözeyiz. Önce gürleyen sesini duydum. “ Beni deli mi edeceksin sen?” Sonra yükselen elini gördüm, tokatlamak için beni. “Ama anne” deyiverdim dayanamayarak. “ O da onun yavrusu bak...”
Annemin eli havada bir yerden asılmış gibi dururken, gözüm yüzüne takıldı birden. Tanrım ! O parlayan şey gözyaşı mıydı ?
Uzun süredir göz pınarlarına ustalıkla hapsettiği gözyaşlarından biri ihanet etmez mi ona...
O günden beynime kayıtlı, çizilesi üç resim var:
Annemin havada asılı eli.
İhanet eden gözyaşı.
Bir de kuyudaki resim. Yusyuvarlak kuyu ağzı, fonda parlak bir gökyüzü, iki kafa... Biri insan biri kedi. İki çift endişeli göz... Biri insan biri kedi. Ve iki ağlayan anne... Biri insan biri kedi.