Maviş
Onu düşlerimin derinliklerinde bulmuştum. Yapayalnız, çaresiz ve halsizdi. İki taşın arasına sıkışmış bana bakıyor ve acı acı bağırıyordu. Ona „maviş“ diye seslendim. Masmavi gözlerini bana dikti ve uzunca baktı, iki damla gözyaşının aktığının farkındayım. Sanki gözlerinden süzülüp yüreğime doğru aktılar. Onu aldım ve eve götürdüm. Yarasını kendi ellerimle sardım. Geceleri yanında yattım, gündüzleri ise hep gözlerine baktım. Gözlerine baktıkça mavi yolculuklara çıkıyordum adeta. Hayaller diyarına, düşlerimin yalnızlığına yolculuk ediyordum onunla. Başkası bakmasın istiyordum o gözlere, hep ben olayım istiyordum onların içinde. Sevgimle besleyim, büyüteyim diyordum. Artık yaraları kapanmış, neşesi yerindeydi mavisin. Dans edercesine ahenkle koşuyor, zıplıyor, mertliyordu. Sabahları güneş doğar doğmaz kalkıp mavişle uçsuz bucaksız kırlara çıkardık. Çok mutluyduk beraber. Onu çok seviyordum, arkadaşım, dostum, sevgilimdi sanki.
Her sabah olduğu gibi o sabah da koştum mavişin yanına. Olduğum yerde vücudum donmuş, dilim tutulmuş, kalbim durmuştu sanki. Neden sonra kendime geldim, eve koştum, „maviş“ diye haykırdım ve yıkıldım. Uyandığımda gözlerime bakan iki göz vardı, iki damla yaş aktı. Fakat mavişin gözleri değildi bana bakan, onun gözyaşları değildi akan. „Baba?“ dedim. „Oğlum!“ dedi ve sarıldı bana. “Neden ağlıyorsun?” diye sordum. Seslenmeden gözlerime baktı ve akan gözyaşlarını tutamadı. Sarıldım, gözyaşlarını avucumla sildim, “ağlama” dedim. Gözlerime bakamıyordu, hep kaçırıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra „maviş?“ dedim. Babam sımsıkı sarıldı bana. Tüm sıcaklığını hissetim. Vücudu adeta titriyordu. Titrek ve ürkek bir sesle „sattım“ diyebildi. Sanki üzerimden kaynar sular dökülmüştü ve sadece cılız bir „neden?“ çıktı kilitlenmiş dişlerimin arasından. Bakışlarını benden kaçırarak „açlıktan!“ dedi ve gözyaşları yağmur damlaları misali süzüldü yanaklarından aşağıya doğru. İlk defa babama karşı gelmek geldi içimden. Kelimeler bir bir sıralandı ve düğümlendi gırtlağıma. Fakat hiçbirinin gücü oradan çıkıp, dilimde yuvarlanıp babamın kulağına ulaşmaya yetmedi. Ertesi gün bayram olduğunu söylediler. Ne bayramı olduğunu bile hatırlamıyorum. Sadece uzaklardan acı acı bağıran bir sesin yankılandığını biliyorum, „Allahu ekber, Allahu ekber seslerine mavişin sesi karışmıştı.
Neden sonra ses kesildi ve bizim kapı çalındı. İçeriye komşu kızının bir parça et uzattığını gördüm. Babam bir bana bir de uzatılan et parçasına baktı ve sessizce eti almadan kapıyı kapattı. Sevgimi açlıktan mı yoksa korkaklıktan mı kayıp ettim bilemiyorum. O gün açlığı yenmiştik ama korkum hep içimde kaldı. Aradan yıllar geçmesine rağmen bayramlar benim için „Allahu ekber“ sesleriyle cenazesi giden mavişi hatırlatıyordu. O günden sonra bayram günlerinden hep korktum.
Tam mavişin gözlerini unuttuğumu sandığım bir gün, hüzünle pencereden bana bakan komşu kızını gördüm. Bir an mavişin gözleri geldi aklıma ve sessizce „maviş?“ dedim. Gözlerindeki mavi adeta açıldı ve içindeki hüzün bulutları bir anda yok oldu. Hafif bir tebessümle bana gülümsedi. Mavişin gözleri gibi beni mavi yolculuğa davet ediyordu sanki. Uzun uzun gözlerindeki mavinin sessizliğinde gezdim. Hayellerimin yalnızlığında yaşadım o mavinin esrarında. Artık her gün uçsuz bucaksız kırlarda koşuyor, çiçeklerin arasında mavi yolculuklara çıkıyorduk. Hayallerimizin gücüyle geleceğin düşlerini kurup onlarla avunuyorduk. Her sabah olduğu gibi o sabah da erkenden uyanıp mavişle buluştuğumuz kırlara koştum. O an içimde bir yara sızladı, ne olduğunu bilmeden mavişin acı acı bağıran sesiyle irkildim ve doğru evine koştum. Babası uzun uzun gözüme baktıktan sonra „ne var?“ diye sordu. Birşey diyemedim, tüm cesaretimi toparlayıp sadece „maviş“ diyebildim. Kısa ve sert bir ses çıktı dudaklarından. Kulaklarımdan girip beynimi zonkluyan o kısacık sözcük yüzlerce, hatta binlerce defa yankılandı beynimde, « sattım…sattım…sattım. « O kadar ağır vurdu ki o kelime kulakçık kemiklerime, tüm vücudumun sarsıldığını, kalbimin acıyla titrediğini, dudaklarımı dişlerimle kanattığımı fark ettim ve cılız bir sesle “neden?” diye sordum. Gene kesin ve kısa bir yanıt “açsın” dedi.
Babasının yüzüne “onu seviyorum” diye haykırmak istedim. Fakat boğazıma düğümlenip ileriye doğru gidemeyen kelimeler adeta boğdular beni. Nefesim kelimelerin yoğunluğunda daraldı, tüm vücudumu basan hararetle terledim, gözlerim karardı, başım döndü ve sonunda yıkıldığımı fark ettim. Uyandığımda gözlerime bakan iki gözü fark ettim. Mavişin gözleri değildi bunlar, “baba” diyebildim. Babam gözlerinden akan iki damla gözyaşıyla “oğlum” dedi ve tüm sıcaklığıyla beni sardı. Ertesi gün davul zurna eşliğinde, acı türkülerin yankısıyla mavişin ağıt seslerini duydum. Beyazlar içerisinde uğurlanan maviş'miydi yoksa onun cansız bedeni mi? Hatırlamıyorum. O günden sonra düğünler bana hep ağıtlarla uğurlanan cenaze alayını andırdı ve düğün günlerinden hep korktum. Sevgimi gene açlıktan mı yoksa korkaklıktan mı kayıp ettim bilemiyorum.
Hiç yemek yemiyordum artık, yiyemiyordum ki zaten. Açlığıma artık bende inanmak istiyordum. Kafamdaki sorulara yanıt arıyordum: „Bedenimin açlığı mı, yoksa ruhumun açlığı mı daha çok ızdırap verecekti bana? Hangisi ölüme daha yakındı? Aş mı önemliydi aşk mı yaşayabilmek için? Ruhumun gıdası olan sevgimi elimden almışlar „aç“ bırakmışlardı. Bende bedenimi tamamen „aç“ bırakmalıydım ki aradaki farkı bileyim. Ben artık tümüyle aç kalmayı tercih etmiş ve böylece açlığımı tamamen yenmek, belkide unutmak istemiştim.
Fakat babalardan, bayramlardan ve düğünlerden korktuğum gibi ölümden de korkuyordum. Ölüme mahkum olmadan açlığı yenmenin yollarını aradım. Bedenim aşsız, ruhum aşksız kalmıştı, fakat ben mavisiz kalmıyacaktım, kalmamalıydım. Rüya göremiyordum, ama mavi hayallerin peşindeydim. Denizlerin mavisiyle bedenimi, göklerin mavisiyle ruhumu besliyor, hayallerimde yaşıyordum. Ben artık mavi hayallerin içinde, yeşille beslenmiş umutlara ve çiçeklerle süslenmiş sevgime koşuyordum. Gün geçtikçe bedenim adeta eriyordu, ve sonunda açlıktan kokan son nefesimle içimdeki ölüm korkusunu da yendim.
Ölüme kucak açarken bana acıyla bakan iki mavi gözü fark ettim. Bu babamın gözleriydi, fakat onun gözleri mavi değildi ki? O kapkara gözler nasıl oldu da maviye döndü? Son bir gayretle babama baktım ve mavi gözlerinin aslında akmakta olan iki damla mavi gözyaşı olduğunu fark ettim. Onu kucaklayıp saracak derman yoktu kollarımda, fakat ondan artık korkmadığımı anladım. Son nefesimle „mavişi çok seviyordum“ diyerek yanaklarından akan damlacıklarla maviye olan susuzluğumu giderdim ve gözlerimi kapattım.
Uzaktan mavi ışıklar saçan gizemli bir ses: „artık tüm maviler senin oldu, gel“ diye beni çağırıyordu. İçimdeki tüm korkuları yenmiştim artık. Bedenimin yokluğunu hissetim, koşmuyor uçuyordum sanki, beni kucaklayan mavi sonsuzluğun içine doğru süzülüp gittim ve zamanla bende o sonsuz maviye karıştım.
"Lamour"