„Türkler uyumu red mi ediyor?“ yoksa „uyummu Türkleri red ediyor?“
Dr. Ali Sak
Berlin Halk ve Gelişme Enstitüsü (Berlin-Institut für Bevölkerung und Entwicklung, BIB) tarafından yapılan son araştırmaya göre Türkler Almanya’ya uyum sağlama konusunda diğer göçmen gruplarıyla karşılaştırıldığında son sırayı almaktalar. Ve hemen mevcut Alman basını gecikmeden Türkleri aşağıdakı ana başlıklarla köşeye sıkıştırmaya başladı: „Türkler uyumda isteksiz“, „Türkler uyumda en kötü grup”, „Ebediyen yabancı”, „Uyum çabaları boşa çıkmıştır “. Ve bununda ötesinde bazı alışık sesleride duyuyoruz „Uyumun maliyeti ne kadar acaba?“, ve nihayet „Türkçe kaldırılsın.“ Bu mudur acaba uyuma giden yol?
BIB’in mevcut araştırma konsepti „karanlıkta kalan bazı noktalara açıklık getirmek için” uyarlınmış. Bu araştırma gerçektende karanlığa aydınlık getiriyormu, yoksa uyum tarışmalarını tekrar ısıtıyormu? Uyum nedir ve bu araştırmada nasıl tarif edilmektedir? Araştırmayı yönetenlerin söylemine göre „göçmenlerin uyum problemlerini genel bir yaklaşımla değil de“ daha çok „ayrıntılı bir şekilde“ ele almak gerektiğini vurgulamak gerekiyormuş.
Bu nedenle araştırmanın ana sorusu şu şekilde: „Hangi göçmen grupları nerede, hangi derecede ve ne şekilde uyumu sağlamış, ve nedenleri nedir?“
Uyumu ölçebilmek ve tarifini yapabilmek için BIB uyum endeksleri belirlemiş ve adını da kısaca IMI koymuş (İndex zur Messung der İntegration). Nedir bu bu IMI ve tarifi nasıl yapılmıştır? Bu konuda araştırmının başlangıcında şöyle denmekte: „ IMI’nin tasarımı, mevut göç sorunlarını açığa çıkarmaktır…..Bununla birlikte raporun hedefi, uyumsuz olanları deşifre etmek değildir. Daha çok, özgül sorunları tarif etmek ve böylece bazı grupların uyum konusundaki zorluklarına yardımcı olmak içindir. Burada Alman toplumunun da tüm göçmen gruplarının uyumunu kolaylaştırmak için sorumluluğu vardır.“
Burada şunu sormadan edemiyeceğiz. Bu raporla, göçmenlerin uyum konusundaki isteğimi, yoksa alman toplumunun uyuma hazır olup olmadığımı ölçülmekte?
Raporda, uyum doğru bir şekilde „yerleşik halk ile göçmen kökenli halkın karşılıklı eşitleme süreci“ olarak tarif edilmekte. Ve raporda haklı bir şekilde şöyle devam ediliyor „Bu süreç, kabul edici toplumun (Almanların) açılmasıyla ve göçmenlerin uyum isteğiyle içiçe yürümesi gerekir“. Ve bu bağlamda şu söylem çok çarpıcıdır „Eşitleme süreci kanuni ve sosyal statüyü, eğitim durumunu, istihdam ve gelir durumunu ve toplumsal angajman alanlarını kapsamalıdır“.
Bizce de bu parametrelerde eşitleme sürecine gidilmeden uyum da mümkün olmayacaktır. Ana toplum (Alman) içindeki çeşitli göçmen grupların eşit kanuni ve sosyal haklarını gözetmeksizin birbirleriyle karşılaştırırsak (örneğin eski sovyetlerden gelen alman kökenli göçmenler ile Türkler), göçmen grupların ana topluma uyum ölçümü elbette farklı sonuçlar verecektir. Bu süreçte baştan beri kartları kötü olan grubun uyumu da kötü olacaktır. Mevcut araştırmada tüm göçmen kökenliler karşılaştırılmasına rağmen, genelde „Übersiedler“ dediğimiz alman kökenli eski sovyet vatandaşları ile Türkler karşılaştırılmakta. Zira birisi uyumda en başarılı, diğeri ise en başarısız olanıdır. Oysa bu karşılaştırma bilimsel açıdan uygun olamaz, çünkü başlangıç koşulları tamamen farklıdır ve burada tamamen farklı olan iki grup karşılaştırılmaktadır.
Alman kökenli göçmenlerin sahip olduğu ve Türklerin sahip olmadığı, başlangıçta avantajlı koşullardan bir kaçını ele alacak olursak: Alman kökenli göçmenlerin doğumla alman vatandaşlığı vardır; Türkler ise Alman vatandaşlığını alabilmeleri için dil testinden, uyum testinden, istihdam ve gelir testinden geçmeleri gerekiyor. Alman kökenli göçmenlere gelir gelmez ücretsiz dil kursları verildi; Türkler dil kurslarını kendi ceplerinden ödemekteler. Alman kökenli göçmenlere otomatikmen mesleki denkleşme olanağı tanındı; Türklere, istisnalar dışında, hâlâ bu olanak tanınmadı. Alman kökenli göçmenlere tüm meslek olanakları açık; Türklere birçok meslekler, bilhassa kamu sektöründe, kapalı. Evet koşulların bir kaçını saymış olursak farklılıklar bunlardır. Bu mudur eşit başlangıç koşulları?
Ve şimdi de rapordaki IMI’yi oluşturan ve gerçekleşme durumuna göre 1 ile 8 puan arasında değerlendilirilen 20 tane uyum endekslerine bir göz atalım:
(1d) Alman vatandaşlığa geçme oranı, (2d) İki kültürlü evliliklerin oranı, (3) Herhangi bir okul diploması olmayanların oranı (4) Lise son bölümdekilerin (Abitur) oranı, (5d) Yüksek okul diplası olanların oranı, (6) Akademisyenlerin oranı, (7d) İşsizlerin oranı, (8) İstihdam oranı, (9) Gençlerdeki işsizlik oranı, (10) Ev hanımı oranı, (11) Serbest meslek sahibi oranı, (12) Kamu sektöründeki istihdam oranı, (13) Güven verici meslek grubuna ait olanların oranı (örneğin bakan, yönetici, memur, kurum başkanı, yüksek ve üst kamu yöneticileri, hakim, savcı, polis memuru, doktor, öğretmen, v.s.), (14d) Kamu yardımına muhtaçlık oranı, (15) Kişisel gelir.
Bunların yanı sıra 5 tane de dinamik faktörler vardır. Bunlar ilk nesil ile ikinci nesil arasındaki gelişimi ölçmektedir. Örneğin Alman vatandaşlığına geçiş oranları birinci nesil ile ikinci nesil arasında nasıl bir değişim gösterdi. Bu 5 dinamik faktörler yukarıdaki endekslerin önündeki rakamın yanında „d“ harfiyle belirtilmiştir. Altı çizilen endekslerde Türklerin şansı yok denecek kadar azdır. Bir çok endeksde birisi diğerini etkilemektedir ve kişinin kendisini kaptırdımı çıkmasıda çok zordur. Adeta hiç kapanmayan bir şekil ‘şeytan dönüşümü’ (àokul diploması yok à işsizlik à kamuya bağımlılık à eğitim için maddi imkansızlık àokul diploması yok). Burada başlangıç şartları eşitsiz olan iki grup karşılaştırılıyor ve uyum engelleri uyumsuzluk olarak gösteriliyor. Bu mudur bilimsellik?
Son olarak bizim mütaalamız:
Uyum karşılıklı gelişen bir eşitleme sürecidir. Buna karşın, tek taraflı özümleme (assimilasyon) vardır ki bu da tek taraflı eşitlemeyi öngörür. Toplumların kültürler arası yönelme ve açılımı bir şekil sosyal adalet, hakkaniyet ve eşit muamele gereksinimini beraberinde getirmektedir. Bunun gerçekleşmesi için toplumsal benimseme, hoşgörü ve katılım ön koşullarını varsaymak ve kabullenmek gerekmektedir. Şimdiye kadar göçmenlerin sorunları yeterli derecede belediye ve diğer kamu kuruluşları tarafından pek fazla dikkate alınmamıştı. Uyum projeleri genelde yardım kuruluşları, değişik inisiyatif grupları ve göçmen kuruluşları tarafından tasarlanmış ve yürütülmüştü.
Bu böyle devam edebilirmi yoksa konuya farklı yaklaşımlarmı gerekiyor?
Göçmenlerin yerleşik topluma başarılı uyumu için belediyeler ve kamu kuruluşları öncülüğünde uzman kadrolar tarafından, göçmen kuruluşlarınıda içine alarak, bilimsel metodlarla tasarlanıp yürütülmeli. Böyle bir tasarımın içerisinde mutlaka aşağıdaki noktalara dikkat edilmeli:
1) Göçmenlere „noksanlık“ bakış açısından kaçınılmalı. Böyle bir bakış açısı göçmenleri baştan potansiyel sosyal yardıma muhtaç, işsiz ve suçlu kişiler olarak değerlendirilmesini öngörür ve karşılıklı yaklaşımı engeller. Göçmenlerin uyumu anca „noksanlik“ bakış açısının terki ve olumlu yaklaşımla mümkündür.
2) Açık ve çok kültürlü toplumda yaşadığımızı artık kabullenmek ve bu tür toplumlarda çeşitliliğin olağan bir durum ve zenginlik olduğunu bilmemiz ve kabul etmemiz gerekmektedir.
3) Göç unsuru bir şekil nüfus ve iktisadi yönlendirme aracı olarak kullanılmalı.
4) Yoğun olarak eğitim olanaklarının geliştirilmesine yönelinmeli. Bu bağlamda göçmenlerin getirmiş oldukları değerlerini (dil, din ve kültür) doğal zenginlik olarak kabul etmek ve desteklemek gerekli.
5) Uyumun maliyetini tartışırken, uyumdan ziyade uyumsuzluğun getireceği maliyeti dikkate almak gerekiyor.