Bilindiği gibi yeni düzenlenen göç yasası Almanya federal meclisi tarafından onaylandı. Sözde uyum çabaları içerisinde olan yeni Alman hükümeti bu şekilde gerçek emellerini bir şekilde ortaya koymuş oldu. Bizler cağdaş bir yasa beklerken, 16. yüzyıla ait olması gereken çağdışı, yasakçı, adeta bir köle yasası çıkardıar şapkadan. Kişisel hakları, aile haklarını, toplumsal dayanışmayı, hoşgörü unsurunu hiçe sayan bu sözde “Yeni Göç Yasası” genellikle Türklere karşı çıkartılmış bir yasadır. Gayesi ise Türklerin evlilikte eş seçme özgürlüğünü ellerinden almak ve bu şekilde Türkiye ile bağlarını koparmak. Bir çok eyalet okullarında ana dilini konuşma yasağı getirdikleri yetmiyormuş gibi, şimdi de gelin ve damat adaylarına kendi kültür ve dillerini öğretmek istiyorlar. Ellerinden gelse Alman dil ve kültürünü çocuklarımıza ana karnında öğretecekler.
Kıssadan hisse, bu yasa ile beraber Türkiyeden evlilikler bir nevi imkansızlaşıyor.
Yeni yasada öngörülen bazı değişiklikler şu şekilde:
Yeni yasanın 30. madde, 1. fıkra, 2.bendine göre: “Almanya’ya gelmek isteyen bir yabancının eşi basit bir şekilde kendini almanca olarak ifade edebilmesi şart.” Not: Bu maddeyi gerektiği gibi uygulamak ilgili memurun insiyatifine bırakılmış sanki.
Yabancının eşi almanca öğrenemeyecek şekilde zihinsel özürlü ise, almanca şartından vaz geçilebiliniyor. Not: Bu madde almanca öğrenemeyenler için bir çıkış noktası olmakla beraber, Almanca bilmeyen yabancıyı doğrudan özürlü sınıfına itiyor. Aynı ilkokullarda almancası yeterli olmayan yabancı çocukların öğrenme özürlü özel okullara sevk edildiği gibi. Bu konuda biz Türklerin özel becerisini göz önünde bulundurursak, 2008 den sonra Almanya’ya gelen Türklerin yüzde 90’i „zihinsel özürlü“ olmalarına şaşmamak gerek.
Bazi ülke vatandaşlarına (vize gerektirmeyen ülke vatandaşlarına; mesela ABD, Kanada, Japonya gibi) bu tür kısıtlama yok. Not: Bu madde kesin bir şekilde esitlik ilkesine aykırı.
Almanya’ya gelen bir yabancı zorunlu şekilde uyum kurslarına katılması gerekiyor. Not: Bu madde ile başarısız olanların oturumu ilgili memurun takdirine göre uzatılmayabiliyor.
Bu yasa fiilen insan hakları ve Alman anayasasını ihlal ediyor. İlgili Alman anayasasının 6. madde; 1. fikrası: Evlilik ve aile devletin özel koruması altındadır. Aynı şekilde insan hakları anlaşmasına göre (10.12.1948) aile ve evlilik özel koruma altındadır. Madde 16; 1.fıkra: Evlilik çağında olan her erkek ve kadın, ırk, tabiyet veya dinine bakılmaksızın evlenebilir ve bir aile kurabilir. Evlilik aşamasında, evlilik süresince ve ayrılırken aynı haklara sahiptirler. 2.fikra: Evlilik, kişilerin kendi istek ve iradesi ile gerçekleşir. 3.fikra: Aile kurumu toplumun temel yapısıdır, böylece aile toplum ve devlet tarafından özel korumaya tabiidir. Bu maddeler gösteriyor ki yeni göç yasasında öngörülen bu değişiklikler hem Alman anayasasına hemde insan hakları bildirgesine aykırıdır.
Bu değişiklikleri öngören koalisyon hükümeti belirli gerekçeler ortaya koymuştur. Bunlardan en belirgini gelecek yabancıların almanca bilmesiyle Alman toplumuna uyumu kolaylastıracağıdır. Elbette gelen kişinin almanca bilmesi her iki taraf için ideal bir durumdur. Yalnız, almanca öğrenmek Türkiye şartlarında yetişen çoğu insanımız için imkansızdır. Yani almanca öğrenmek veya öğrenmemek, ülkelerindeki imkansızlıklardan dolayı genelde kişinin elinde değildir. Hal böyle iken kişinin elinde olmayan sebeplerden dolayı veya imkansızlıklardan dolayı evlilik akdine gizli bir yasak konmuş oluyor.
Oysa olaya yasakcı değilde, ödüllendirici bir yaklaşımla çok daha iyi sonuçlar elde edilebilirdi. Evlenip gelen yabancılar ülkeye geldiklerinde basit bir şekilde kendilerini almanca ifade edebildikleri takdirde örneğin bir yil değilde otomatikman 3 yıl oturma izni verilebilirdi. Bu şekilde ödüllendirilen bir yabancı kendini pozitif bir şekilde bu topluma adepte edecektir. Yasakçı bir tutum ile ülkede yaşayan mevcut “yabancılarda” olumsuz bir şekilde etkilenmiş olurlar ve uyum cabalarının başarısıda aynı doğrultuda sıfıra doğru ilerler.
Maalesef, bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından gerektiği gibi korunamadı, duyarsız kalındı. Hatta Alman tarafına “geldiği ülkede dil öğrenme” açısından yardımcı olunabileceği öne sürüldü. Anadolunun hangi kasaba veya köyünde yaşayan vatandaşımıza bu tür imkanlar sağlanabiliyor? Ve maalesef aynı şekilde, buradaki bir çok sivil toplum kuruluşuda konu hakkında duyarsız kalıyor.
Peki ne yapabiliriz, ne yapmalıyız? Konu hakkında önerileri şu şekilde sıralayabiliriz:
Almanyadaki türk sivil toplum örgütleri konuyu ciddi bir şekilde ele almalı ve alman siyasetçıilerine her fırsatta yapılan haksız girişimi hatırlatmalı.
Vatandaşlarımız konu hakkında aydınlatmalı ve duyarlı hale getirilmeli.
Mağdur olan vatandaşlarımıza her türlü hukuki desteği sağlanmalı.
Tüm türk kökenli siyasi temsicilerimiz konuyu ciddi bir şekilde takip etmeli.
Gerekirse Türk sivil toplum örgütleri Alman hükümetinin insiyatifinde yürüyen "Uyum Toplantılarını" (İntegratıonsgipfel) ve "Islam Zirvesini" yeni yasanın olumsuzluklarını öne sürerek görüşmelerden çekilinmeli.
Anca bu şekilde “üzerinde konuşulan” ve “ hakkında karar alınan” toplum değil, “beraberce konuşulan” ve “beraberce karar alınan” bir toplum oluşturabiliriz.
Ve nihayet 'boykot çağrısı' Almanya'daki bir kaç onurlu Türk Sivil Örgütleri tarafından uygulanıyor.
Die Forderungen der türkischen Vereinigungen sind eindeutig: Entweder die Bundesregierung ist zu einer Änderung des Zuwanderungsgesetzes bereit – oder die Migrantenverbände nehmen nicht am Integrationsgipfel teil. Beim Protest geht es vor allem um eins: verletzte Gefühle.
Berlin – "Es geht um die Zukunft der Bundesrepublik Deutschland, um unsere neue Heimat." Mit pathetischen Worten leitete der Vorsitzende der Türkischen Gemeinde in Deutschland (TGD), Kenan Kolat, bei einer Pressekonferenz die Kritik der türkischen Verbände am Zuwanderungsgesetz ein. Das Gesetz sei "ethnisch diskriminierend", "verfassungswidrig", es "messe mit zweierlei Maß", sagte er in Berlin in der Bundespressekonferenz.
Am Integrationsgipfel, der in weniger als 48 Stunden beginnen wird, wollen die Verbände deshalb nur teilnehmen, wenn sich die Bundesregierung zu Änderungen des Zuwanderungsgesetzes bereit erklärt. Außerdem fordern die Verbände Bundespräsident Horst Köhler heute in einem Brief auf, das am Freitag vom Bundesrat verabschiedete Gesetz nicht zu unterzeichnen. "Er sollte das Gesetz zurückschicken an den Bundestag", sagte Kolat.
Von der Regierung erwarte man ein "eindeutiges Signal" der Gesprächsbereitschaft. "Wir brauchen eine eindeutige Zusage. Kanzlerin Merkel muss die Angelegenheit zur Chefsache machen." Das weitere Vorgehen: Nur wenn Merkel bereit ist, über Veränderungen des Gesetzes zu reden, wollen die vier größten türkischen Verbände am Donnerstag zwischen 11 und 12 Uhr am Vorgespräch mit der Kanzlerin, Innenminister Wolfgang Schäuble und der Integrationsbeauftragten Maria Böhmer teilnehmen. Mehr noch: Nur wenn es dort eine feste Zusage für eine Gesetzesänderung gibt, werden die Verbände beim Integrationsgipfel dabei sein.
Die Bundesregierung hat die Organisationen erneut zur Teilnahme aufgefordert. "Integration gelingt nur im Dialog. Beide Seiten müssen dazu die Bereitschaft haben", sagte Staatsministerin Böhmer. Die von den türkischen Verbänden geforderten Änderungen bezeichnete sie als "ungerechtfertigt". Es sei "nicht der richtige Weg", die Forderungen als "Vorbedingungen" zu stellen. "Das Gesetz ist auf Grundlage von festgestellten Missständen und Integrationsdefiziten erlassen worden. Wir wollen helfen, diese Defizite zu beseitigen." Ein Selbstboykott der Verbände werde den 2,5 Millionen türkischstämmigen Migranten nichts nützen.
Die Bevorzugung von Helga und Horst
Das neue Gesetz verschärft das seit zwei Jahren geltende Zuwanderungsrecht: Es sieht neben strengeren Auflagen für die Familienzusammenführung auch Strafen vor, falls Integrationsmaßnahmen verweigert werden.