Adamsızlık
H. Basri AKGİRAY
C. Savcısı-Eski Milletvekili
Sayın Deniz Som, Cumhuriyet’teki köşesinde, bir süredir, Alman papaz Niemöller’in şu sözlerini yineleyip duruyor: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Niemöller’in bu sözlerle, başkaldırı duygusundan yoksun toplumların çöküşünü vurgulamak, suskun uluslara uyarıda bulunmayı amaçladığı kuşkusuzdur. Gerçekten tarih, suskun ulusların yıkılıp tükendiğini gösteren örneklerle doludur.
Fatih’in leventleri, Bizans surlarını döverken, din adamları ve askerler, meleklerin erkek mi, dişi mi olduğunu tartışıyorlardı. Sonunda koca imparatorluk tarihe gömüldü. İran’da generaller “Bize bir şey olmaz, şah gider demokrasi gelir” avuntusu ile kılıçlarını kınından çıkarmadılar. Bu aymazlıkları sonucu, bir gecenin sabahında, mollalar ülke yönetimini ele geçirmişlerdi.
Bu ve benzer olaylar, suskun toplumlar için birer ibret belgesi olarak tarih sayfalarında yer almıştır. Ne ki insanoğlu, papaz Niemöller’in davranışı gibi “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bencil düşüncesiyle yaşantılarını sürdürmeyi yeğlemişlerdir.
Şimdilerde, bu bencil yaşam biçiminin bizim toplumda da egemen olduğunu büyük bir ürküntü ile izliyoruz. Gerçekten, imamların bakan, başbakan olduğu...
Yerden bitermiş gibi çoğalan profesörlerin, üniversitelerin yönetim ve eğitim kadrolarına atandığı...
Fethullah okullarında eğitilip yurtlarında beslenenlerin, bürokrasinin üst düzey orunlarına (mevkilerine) yerleştirildiği...
Özel seçilen savcı ve yargıçlarla, Atatürkçü aydınların, bir gecenin sabahında gözaltına alınıp aylarca tutuklu kaldıkları…
Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakan eşlerinin dinsel bir görüntü veren türbanlı başlarıyla uluslararası resmi gezilerde laik Cumhuriyetimizi temsil ettiği…
Yargıda, Silahlı Kuvvetler’de, imamların görevlendirilmesi için çaba harcandığı...
Özetle, karanlığın gölgesinin duyumsandığı bir ülkede, ürküntüye kapılmadan yaşamak olanaksızdır. Tehlike büyüktür ve ürkütücüdür. Ama, gelin görün ki, çoğu aydınlarımız, düşünür ve yazarlarımız “Biz İran olmayız. Laik Cumhuriyetimizi şeriat devletine dönüştürmeye kimsenin gücü yetmez” gibi sözlerle hem kendilerini, hem toplumu avutmaktadırlar. Mangalda kül bırakmamacasına ileri sürülen bu iddialar, hangi güce ve neye dayanmaktadır?
Devletin tüm kurum ve kuruluşları, şeriat düzeni özlemi olanlarca ele geçirildiğine göre, bu inancın dayanağı nedir?
Demokratik, laik Cumhuriyetimizin yılmaz koruyucusunun TSK ve onun temel öğesi olan Mehmetciğin, imam hatip eğitimi almış gençlerin, körpe beyinleri Kuran kurslarında yıkanmış çocukların asker olup, eline silah verilmesi durumunda, Aptullahcık olması gözden ırak tutulmamalıdır. Bu nedenle, bana göre kurtuluş, başkaldırmakla olanaklıdır.
Başkaldırı sadece, silahı alıp sokağa çıkmak demek değildir, demokrasilerde seçmen sandığı, en güçlü başkaldırı silahıdır. Ne ki, bu güçlü silahı kullanmayı öğrenmek, bilmek gerekir. Bu öğreti de ancak, aydınlıkçı sivil toplum örgütleri, laik, demokrat meslek odaları, sendikalar ve Atatürkçü aydınlarca sağlanabilir.
Seçim gününe beş on gün kala, kürsü nutukları atarak birkaç toplantı yapmakla bu öğreti görevi yerine getirilmiş olmaz. Sözünü ettiğim kuruluş ve derneklerin, yılın hemen her günü, nöbetleşe, ortaklaşa, toplantılar yapması, gösteri yürüyüşleri düzenlemesi, aydınlatıcı bildiriler dağıtması gibi eylem ve davranışlarla bu öğreti görevi yapılmış olur.
Adamsız bir toplum olduk.
Ne “Kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller” haykırışıyla, padişahına bile başkaldıran bir Fikret’imiz, “Uyan ey yâreli şiri jeyan bu habı gafletten” diye halkına başkaldırmayı öğütleyen bir Namık Kemal’imiz ve ne de “gocuklu celebin sopasını..” kırmayı öneren bir Nâzım’ımız var.
Onlar, Niemöller gibi susmadılar. Adamdı onlar...
Sanırım, çektiklerimizin temel nedeni adamsız bir toplum durumuna düşmüş olmamızdır..