Ruhr Veliler Birliği - ELTERNVERBAND RUHR e.V.
Ana Başlıklar  
  Ana Sayfa
  Tanıtım_Ulaşım
  Basında biz...
  Yönetim Kurulu
  Etkinliklerimiz
  FörBiLes
  MobilES
  23 Nisan Kutlamaları
  Cumhuriyet Bayramı
  Okuma Yarışmaları
  Siyaset Meydanı
  Irkçılığa Karşı Girişim
  Halkla ilişkiler
  Ali Sak
  Öğretmen
  Eğitim
  Türkçe Gönüllüleri
  Atatürk
  Veli Dernekleri
  Kitap dünyası
  Genç nesil
  ÇOCUK KÖŞESİ
  Türkan Saylan
  Faydalı Bilgiler
  Uyum
  Tarih bilinci
  Sağlık
  Misafir Kalem
  => Beynin sol yanı...
  => Batı'nın iki yüzü
  => Düşündüğünü...
  => Cumhuriyetle...
  => Türkiye'de kadın...
  => Aydınlanmada Tanrı...
  => Bahattin Gemici
  => Kültür Enstitüsü...
  => Adamsızlık...
  => Sevgi ve Bilgi...
  => MSU für Migranten
  => Türkçe zorunlu olmalı
  => Fakir Baykurt...
  => Atatürk'ü eleştirmek
  => Öğretmen Aşkı
  => Okuma!
  => Kubilay'ın katli
  => Kadınları sevmedik
  => Kadınlar Günü
  => Aşk ve sevgi
  => Kanı kanla yumazlar
  => Nevruziye
  => Merkel'in ziyareti
  => Obamaya mektup
  => Baykal'a mektup...
  => 19 Mayıs ruhu
  => Babalar
  => Şaşıp kalıyorum
  => Mona Lisa ile...
  => Ata'ya mektup
  => Bir kadın iki şair
  => Bize Mustafa Kemali anlat
  => Yabancı Düşmanlığı
  => Onursuz Aşk Olmasın
  => Hasanoğlan Buluşması
  => 19 Mayıs:Bağımsızlık Güneşi
  => "Bir daha olmasın" dediler
  => Önce Eğitim
  Şiirler
  Anlamlı Sözler
  Öyküler-Hikayeler
  FIKRALAR
  İş İlanları
  Duyurular
  Basından Seçmeler
  DOST Siteler
  Teşekkürler
  Ziyaretçi Defteri
  Ziyaretci Trafigi
  Top liste
  Galeri
Adamsızlık...

Adamsızlık


H. Basri AKGİRAY

C. Savcısı-Eski Milletvekili


Sayın Deniz Som, Cumhuriyet’teki köşesinde, bir süredir, Alman papaz Niemöller’in şu sözlerini yineleyip duruyor: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”


Niemöller’in bu sözlerle, başkaldırı duygusundan yoksun toplumların çöküşünü vurgulamak, suskun uluslara uyarıda bulunmayı amaçladığı kuşkusuzdur. Gerçekten tarih, suskun ulusların yıkılıp tükendiğini gösteren örneklerle doludur.


Fatih’in leventleri, Bizans surlarını döverken, din adamları ve askerler, meleklerin erkek mi, dişi mi olduğunu tartışıyorlardı. Sonunda koca imparatorluk tarihe gömüldü. İran’da generaller “Bize bir şey olmaz, şah gider demokrasi gelir” avuntusu ile kılıçlarını kınından çıkarmadılar. Bu aymazlıkları sonucu, bir gecenin sabahında, mollalar ülke yönetimini ele geçirmişlerdi.
Bu ve benzer olaylar, suskun toplumlar için birer ibret belgesi olarak tarih sayfalarında yer almıştır. Ne ki insanoğlu, papaz Niemöller’in davranışı gibi “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bencil düşüncesiyle yaşantılarını sürdürmeyi yeğlemişlerdir.


Şimdilerde, bu bencil yaşam biçiminin bizim toplumda da egemen olduğunu büyük bir ürküntü ile izliyoruz. Gerçekten, imamların bakan, başbakan olduğu...

 

Yerden bitermiş gibi çoğalan profesörlerin, üniversitelerin yönetim ve eğitim kadrolarına atandığı...

Fethullah okullarında eğitilip yurtlarında beslenenlerin, bürokrasinin üst düzey orunlarına (mevkilerine) yerleştirildiği...

 

Özel seçilen savcı ve yargıçlarla, Atatürkçü aydınların, bir gecenin sabahında gözaltına alınıp aylarca tutuklu kaldıkları…

Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakan eşlerinin dinsel bir görüntü veren türbanlı başlarıyla uluslararası resmi gezilerde laik Cumhuriyetimizi temsil ettiği…

Yargıda, Silahlı Kuvvetler’de, imamların görevlendirilmesi için çaba harcandığı...

Özetle, karanlığın gölgesinin duyumsandığı bir ülkede, ürküntüye kapılmadan yaşamak olanaksızdır. Tehlike büyüktür ve ürkütücüdür. Ama, gelin görün ki, çoğu aydınlarımız, düşünür ve yazarlarımız “Biz İran olmayız. Laik Cumhuriyetimizi şeriat devletine dönüştürmeye kimsenin gücü yetmez” gibi sözlerle hem kendilerini, hem toplumu avutmaktadırlar. Mangalda kül bırakmamacasına ileri sürülen bu iddialar, hangi güce ve neye dayanmaktadır?

 

Devletin tüm kurum ve kuruluşları, şeriat düzeni özlemi olanlarca ele geçirildiğine göre, bu inancın dayanağı nedir?

Demokratik, laik Cumhuriyetimizin yılmaz koruyucusunun TSK ve onun temel öğesi olan Mehmetciğin, imam hatip eğitimi almış gençlerin, körpe beyinleri Kuran kurslarında yıkanmış çocukların asker olup, eline silah verilmesi durumunda, Aptullahcık olması gözden ırak tutulmamalıdır. Bu nedenle, bana göre kurtuluş, başkaldırmakla olanaklıdır.

Başkaldırı sadece, silahı alıp sokağa çıkmak demek değildir, demokrasilerde seçmen sandığı, en güçlü başkaldırı silahıdır. Ne ki, bu güçlü silahı kullanmayı öğrenmek, bilmek gerekir. Bu öğreti de ancak, aydınlıkçı sivil toplum örgütleri, laik, demokrat meslek odaları, sendikalar ve Atatürkçü aydınlarca sağlanabilir.

 

Seçim gününe beş on gün kala, kürsü nutukları atarak birkaç toplantı yapmakla bu öğreti görevi yerine getirilmiş olmaz. Sözünü ettiğim kuruluş ve derneklerin, yılın hemen her günü, nöbetleşe, ortaklaşa, toplantılar yapması, gösteri yürüyüşleri düzenlemesi, aydınlatıcı bildiriler dağıtması gibi eylem ve davranışlarla bu öğreti görevi yapılmış olur.


Adamsız bir toplum olduk.

Ne “Kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller” haykırışıyla, padişahına bile başkaldıran bir Fikret’imiz, “Uyan ey yâreli şiri jeyan bu habı gafletten” diye halkına başkaldırmayı öğütleyen bir Namık Kemal’imiz ve ne de “gocuklu celebin sopasını..” kırmayı öneren bir Nâzım’ımız var.
Onlar, Niemöller gibi susmadılar. Adamdı onlar...


Sanırım, çektiklerimizin temel nedeni adamsız bir toplum durumuna düşmüş olmamızdır..

 

 
 
   
Facebook beğen  
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol