„Tübitak yöneticileri içiniz rahat olsun“
Dr. Ali Sak
„Bilim ve Din“ başlığıyla yazmış olduğum yazıma istinaden bana ulaştırılan bir elekronik iletide Dokuz Eylül Üniversitesi, biyoloji bölümü sayın Prof. Dr. İrfan Yilmaz tarafindan ele alınan „Tübitak yöneticileri içiniz rahat olsun“ başlığıyla bir makale ulaştı. Bence bu „değerli hocamız“ kesin TÜBITAK veya YÖK baskanlığına aday gösterilmeli. Neden mi? Yazmış olduğu makale bilimsel başarısının bir kanıtıdır da onun için. Hocam bu makalesinde evrim teorisini savunan herkesi, bu arada beni de, anında materyalist ve ateist yapıveriyor. Bakın ne diyor: „Evrimi kesin ispatlanmış bir kanun gibi takdim edip, aslında materyalist ve ateist düşüncelerine destek yapmak için kullananlar, kendi çıkardıkları özel dergilerinde bunu yapabilirler.“ Oysa değerli hocamızın da bilmesi gerekir ki evrim teorisi adı üstünde bir teoridir ve bilimde aksi ispat edilmediği veya bilimsel mantığa daha uygun başka bir teori geliştirelemediği sürece de bilimsel camia tarafından „doğru“ kabul edilir. Nasıl kanunda sanık suçu ispat edilene kadar suçsuz kabul edilir ise bilimde de böyledir. Peki, değerli hocamız bize hangi bilimsel kaynakları gösteriyor? „Nitekim bunlara karşı (bunlar derken kastedilen bilimsel camiada kabul görmüş ve hakem kuruluyla yayınlanan dergiler) Sızıntı, Zafer, Köprü, Mercek vs. çok sayıda özel kuruluşun dergisi de evrimi çürütücü ve yanlışlayıcı yayınlar yapmaktadırlar.“
Ne kadar içler acısı değilmi? Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli kentlerinden olan İZMİR’in bir üniversitesinde görev yapan ve sıfatı da profesör olan birisi Sızıntı, Zafer, Köprü, Mercek gibi ne idiği belirsiz bir takım cemaat yayınlarını, bilimsel camianın kabul ettiği ve her bir makalenin alanında ün yapmış insanların hakemliği ve onayı sonucu yayınlanmış bilimsel dergilere, bilim adına, tercih edebiliyor. Değerli üstadımız devam ediyor: „Geniş anlamda evrim teorisi veya Darwinizim ise bilimsellikten çok uzak sadece bir hipotez üzerinde hareket eden inançlar bütünüdür.“ Oysa hocam bilmelidir ki Darwin teorisi inançla uzaktan veya yakından hic alakası yoktur. Yukarıda da değindiğimiz gibi bilimsel normlarda çerçevesi çizilmiş ve onca uğraşa rağmen tam 150 yıldır da çürütülememiş bir teoridir ve aksi ispat edilene kadar da bir bilim insanı için „bilimsel gerçek“ olarak geçerlidir.
Hocamız devam ediyor: „Devlet eliyle de herhangi bir inancın bilim dergisi içinde dayatılması asla uygun değildir. Evrime bir din gibi inananlar ve tabu kabul ettikleri bu inanca asla söz söyletmek istemeyenlerin yaptıkları en büyük cerbeze (demagoji) bilimsellik iddialarıdır.“ Ne güzel söylüyor değerli üstad „devlet eliyle herhangi bir inancın bilim dergisi içinde dayatılması asla uygun değildir.“ Pekala Tübitak dergisinden son anda hükümetin zoruyla/korkusuyla evrim teorisiyle ilgili makalenin çıkartılmasına ne demeli sayın hocam? Hocamız Darwin teorisini bir dini inanç olarak görmekte fakat sormak gerekir, yukarıda adını verdiği sözde bilimsel çalışma yapan Sızıntı, Zafer, Köprü, Mercek gibi dergilerde yayınlanan makaleler hangi bilim hakemlerinin denetiminden geçmektedir?
Hızını alamayan üstadımız bu seferde bilim camiasına saldırıyor: „Fakat tamamen ideolojik kaygılarla üretilmiş sahte fosillere, yapılmamış deneylere, çarpıtılmış zaman ölçümlerine ve aşırı yorumlanarak ateist bir inanca destek olmak üzere inşa edilmiş düşünceleri "bilim" olarak kabul edemeyiz.“ Burada hocamıza (hoca kelimesini burada dar çerçevede, yani din hocası anlamında, kullanmayı tercih ediyorum) sormak gerekiyor: Siz hiç sahte fosil gördünüz mü hocam? Siz hiç bu fosillerde zaman ölçümü yaptınızmı hocam? Ve son olarak şunu soruyorum; sizin ünvanınız Prof. Dr. olduğuna göre bu konularda veya kendi alanınızda kaç tane bilimsel çalışmanız kabul gördü, yani uluslararası dergilerde yayınlandı? Ben cevabını vereyim sayın hocam. Konu hakkında araştırmalarınızla ilgili, varsa tabii, hiç bir tane uluslararası hakemli dergilerde yayınınız yok. Fakat hakkınızı yememek gerekir; iki tane embryoloji eğitiminde öğrencilerin idelojik yaklaşımı ve yönlendirilmesi konusunda makaleniz var. Ve bu makalenizin birisinde (Int. J. Dev. Biol. 47: 141-144; 2003) açıkça şöyle diyorsunuz (ingilizceden tercüme): „Ben derslerimde evrim konusunda farklı görüşte olan öğrencilerin akademik bir ortamda tartışabilmelerine olanak sağlıyorum. Fakat buna karşın, ben olaya ateistliğe yol açabilecek materyalist bir bakış açısına karşıyım. Bununla birlikte ben yaratılış bakış açısını da benimsemiyorum, zira bu biyolojik gelişmeye ve bilimin temel felsefesine de karşıdır. Ben, mutasyon ve doğal seleksiyonun (seçimin) türlerin gelişimini etkilediğini düşünüyorum. Fakat bunun arkasında akıllı bir dizaynın olduğunu da düşünüyorum.“ Hocamızın üniversitede vermiş olduğu embryoloji dersi mi yoksa din felsefesi mi anlayamadım doğrusu. Ve makalenizin sonuç bölümünde ilginç bir tespitiniz var: „Bazı öğrenciler düşüncelerinde evrim teorisini öğrenmenin pratik bir getirisi ve kullanımı olmadığını ve geçmişe dayalı spekulasyonlar (varsayımlar) bilim için bir katkı payı getirmeyeceğini belirtmekteler. Hatta bu tür eğitim, insanların yaratana inancını sarsmaktadır. Bu öğrencilerin inancına göre evrimsiz bir emryoloji öğretimi gelecek için çok daha faydalı olabilir.“ Değerli hocamız burada aslında kendi düşünce ve fikirlerini öğrencileri tarafından söyleniyormuş gibi aktarmakta. Fakat durum ortadadır; sayın hocamız kısaca sonuç bildirgesinde şunu demek istemektedir: „Bundan böyle okullarda ve üniversitelerde evrim teorisi ve insanların Allah’a inancını sarsabilecek her türlü öğretimin müfredattan çıkarılması gerekir.“ Evet haklısınız hocam bu tür eğitim çocukların aklını karıştırıyor. Bence bundan böyle fizik, biyoloji, kimya, matematik gibi derslerin de doğrudan Kuran-ı Kerim den öğretilmesi gereklidir. Zaten Türk gençliğinin büyük bir bölümü fen ve fizik bilgilerinin pekala Kuran-ı Kerimden öğrenilebileceğine inanıyorlar, daha doğrusu sizin gibi hocalar tarafından inandırılıyorlar. Bir ara bu makalenin ilgili dergi tarafından acaba neden kabul edildiğini düşündüm. Uluslararası bilimsel dergilerde hakemlik görevinde olan bir bilim insanı olarak sonuç itibarıyla şu kanaata vardım. Makalenin yayınlanmasında tek bir fayda olabilir. Gaye Türkiye gibi bir ülkede bilimin nasıl öğretildiğini bilim camiasına duyurmak olsa gerek. Ne acı değilmi? Tabii anlayana.
Türkiye’deki eğitim ve bilim konusunda değerli kültür elçisi Prof. Levent Seçer ha-ber.com sitesinde “Akıl ve bilimden korkanlar” başlıklı yazısında şöyle demiş: “Sürekli üniversiteler açmak önemli değil, asıl önemli olan burada verilen eğitim ve topluma yansımaları. Bugün Türkiye tüm üniversitelerinde yılda ürettiği bilimsel makalelerle nerede acaba? Dünya üniversiteleri arasında kaçıncı sırada ve kaç bilimsel makale üretiyor? Birileri bunun açıklamasını yapabilir mi?” Evet sayın ‘hocam’ bu sorunuzun cevabını ben vereyim. Uluslararası bilimsel yayın izleme kurulu (İSİ) veri tabanlarında Türkiye adresli yayınların tam olarak saptanılması için oluşturulan çalışma grubunun elde etmiş oldukları verilere göre, Türkiye 1981-2006 yılları arasında, 28 ülke arasında toplam 98 bin 186 bilimsel yayınıyla 21. sırada yer aldı. Sıralama şu şekilde ABD, İngiltere, Japonya, Almanya, Fransa, Kanada, İtalya, Çin Halk Cumhuriyeti, Avustralya, Hindistan, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İsrail, Polonya, Brezilya, Finlandiya, Avusturya, Norveç, Türkiye, Yunanistan, Meksika, Arjantin, Portekiz, Şili, İran ve Venezuella. Çok ilginçtir aynı dönemde Türkiye kaynaklı yayın başına yapılan atıf sayısıyla ölçülen bilimsel kalite ise 40 kat düşmüştür. İşte varılan nokta bu. Zira bilim insanının beynini hurafelerle, dogmatik ideolojilerle doldurursanız varılacak nokta bundan ötesi olamaz. Üniversite böyle de orta öğretim farklı mı? PİSA 2006 verilerine göre Türkiye 57 ülke arasında fen bilgilerinde 44. sırada ve matematikde 43. sırada. Almanya’nın aynı karşılaştırmada fen biligilerinde 13. sırada, matematıkte 20. sırada olmasına rağmen Almanya’da kıyamet kopuyor. Ya Türkiye neyi konuşuyor? İçler acısı değilmi? Değerli ‘hocamız’ Prof. Seçer’in dediği gibi: Türkiye hızla akıl ve bilimden, yani aydınlıktan korkanlar topluluğuna dönüştürülmektedir.
Sonuç itibarıyla şunun altını çizmemiz gerekmektedir. Bilimde hiç bir ideolijiye, buna din ve inanç da dahil, yer olmaz ve olmamalı. Zira bilimin içine her türlü ideolijiyi sokarsanız, en azından bilimsel çalışmanın en önemli kriterini, yani bağımsızlığını, yok edersiniz ve bilim yapamaz hale gelirsiniz. Kişisel olarak neye ve kime nasıl inanacağınıza bizzat karar verir istediğinize inanabilirsiniz. Fakat, bilim yaparken cübbenizi ve feshinizi yani “din elbisenizi” çıkarmanız gerekir ki gözlemlediklerinizi ve sezlemlediklerinizi objektiv, yani tarafsız bir şekilde bilimsel açıdan yorumlama şansınız olsun. Zira bilim insanı, Atatürk’ün de dediği gibi, “fikri hür, vicdanı hür ve nesli hür” olmalıdır. Daha anlaşılır şekilde söyleyecek olursak, bilim insanı düşüncesinde serbest olmalı, düşünsel etkinliği nedeniyle kimseye (buna din de dahil) bağlı olmamalı ve yetiştireceği nesillerin de aynı şekilde her türlü ideolojik yönlendirilmelere ve saldırılara karşı dayanıklı olmasını sağlamalıdır. Ancak bu şekilde Türk toplumu olarak Atatürk’ün de göstermiş olduğu hedefe, yani muassır medeniyetler hedefine ulaşabiliriz. Aksi durumda el alem aya çıkıp yeni dünyalar keşif ederken, biz hala daha türbanla, sakalla, şalvarla, kısaca kılık kıyafetle uğraşıp duracağız.