Ruhr Veliler Birliği - ELTERNVERBAND RUHR e.V.
Ana Başlıklar  
  Ana Sayfa
  Tanıtım_Ulaşım
  Basında biz...
  Yönetim Kurulu
  Etkinliklerimiz
  FörBiLes
  MobilES
  23 Nisan Kutlamaları
  Cumhuriyet Bayramı
  Okuma Yarışmaları
  Siyaset Meydanı
  Irkçılığa Karşı Girişim
  Halkla ilişkiler
  Ali Sak
  => Bilimsel Yayınlar
  => Atatürk'ü sevmek...
  => Dil öğrenimi...
  => Özür kampanyası...
  => Özel okullar...
  => Toplumsal değişim
  => Din sömürüsü...
  => Öncelikli görevlerimiz...
  => Gurbet vatan...
  => Gönüllü çalışmalar...
  => Toplumsal sorumluluk...
  => Bilime taraf olmak...
  => Bilim ve Din...
  => Mevlana ve hoşgörü...
  => Teokrasiye geçiş...
  => Ermeni sorunu...
  => Türkçenin doğuşu
  => Kadir gecesi...
  => Almanya'da sivil toplum
  => Susturulan Toplumlar
  => Toplu hipnoz seansları
  => Bir milletin ...
  => Türkiye-AB...
  => Gerektiği gibi...
  => Hrant Dink'in ardından
  => Onlar Bizim...
  => Anadiline sahip çık
  => Tarihi tarihçilere...
  => Kafanızın rahat etmesi
  => Türk Liseleri
  => Die leidvolle Geschichte
  => Kanserde din faktörü
  => Güneşin Sembolü
  => Aghet Filmi veTGD
  => Atatürkçü Düşünce
  => Sarrazin-Wahn
  => Atatürkçü Düşünce (2)
  => Hayvan Çiftliği
  => Kampf im...
  => Sessiz çoğunluğun...
  => İçiniz rahat olsun
  => Sıra bizde...
  => Güneş üflemekle...
  Öğretmen
  Eğitim
  Türkçe Gönüllüleri
  Atatürk
  Veli Dernekleri
  Kitap dünyası
  Genç nesil
  ÇOCUK KÖŞESİ
  Türkan Saylan
  Faydalı Bilgiler
  Uyum
  Tarih bilinci
  Sağlık
  Misafir Kalem
  Şiirler
  Anlamlı Sözler
  Öyküler-Hikayeler
  FIKRALAR
  İş İlanları
  Duyurular
  Basından Seçmeler
  DOST Siteler
  Teşekkürler
  Ziyaretçi Defteri
  Ziyaretci Trafigi
  Top liste
  Galeri
Mevlana ve hoşgörü...

2007 Mevlana yılı ışığında „hoşgörü“ kavramı

Hürrüyet ‚SÖZ SİZİN’

Dr. Ali Sak

5 eylül 2007


Mevlana’nın doğumunun 800. yıldönümü, 2007 yılı Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından “Dünya Mevlana yılı” ilan edildi. Bundan tam 12 yıl önce, yanı 1995 yılında, Türk Hükûmetinin önerisi doğrultusunda UNESCO tarafından "Dünya hoşgörü yılı" olarak ilan edilmişti. Mevlana’nın öğretilerine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yaşıyor olmamız nedeniyle Mevlana'yı anlamak ve anlatmak noktasında üzerimize önemli bir görev yüklemektedir. Ama daha önemlisi, aslında Mevlana’yı ilk önce bizim anlamamızdır. Bu doğrultuda Mevlana’yı anlayabilmek için önce onun öğretilerinin temeline inebilmemiz, onun felsefesine ulaşabilmemiz gerekmektedir. Bu anlamda hem “Dünya hoşgörü” yılının ve hemde “Dünya Mevlana yılının” ülkemize adedilmesi hoş bir tesadüfdür. Onun içindir ki Mevlana’yı anlamak ve onu anlatabilmek için önce hoşgörü kavramını anlayabilmemiz gerekmektedir.  

Hoşgörü nedir? Nasıl olmalıdır? Sınırları nedir?

Hoşgörü kavramının sınırlarının çizilmesi, kişisel algıya dayanık olduğu için, oldukça zordur. Kimi zaman kayıtsızlık ve ilgisizlik boyutunda algılanmış hoşgörü. Kimi zaman sabırlı olma, kimi zaman aldırmama. Kimi zamanda dayanma, tahammül, katlanma kavramlarının eş anlamlısı olarak tarif edilmiştir hoşgörü. Meydan Larousse ansiklopedisinde: "Savundukları görüşler ve açığa vurdukları duygular bizimkilerle çelişen kimseleri sabırla karşılama, müsâmaha"dır. Kimilerine göre ise: „Eşitlik (müsâvat) kavramının İslâm-dışı bir kavram olması ve Kur'ân'da bulunmaması gibi, hoşgörü (müsâmaha) kavramı da Kur'ân'da, ve tesbit edebildiğim kadarıyla Hadîsler'de de, yer almamaktadır. Her iki kavram da Batı Hıristiyan Medeniyetine has paradigmalar yâni düşünce kalıplarıdır“ (Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre). Gercekten hoşgörü İslam dışı bir olgumu?  Biz anadolu insanı olarak o zaman Mevlana’yı, Yunus Emre’yi ve daha nice saygın Anadolu bilgelerini batı medeniyetleri karşısında hangi öğretileriyle, hangi söylemleriyle tanıtacağız? Yunus Emre’nin: „Elif okuduk ötürü/Pazar eyledik götürü/Yaratılışı hoş gör/Yaratandan ötürü“ dörtlügünü nasıl algılayacağız?. Aynı şekilde Hz Mevlana’nin aşağıdaki dizelerini nasıl yorumlayacağız?

„Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel...

Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...“.

 

Ve benzeri şekilde Hz Ömer’in (r.a.): „Sana kötülük yapan kimseyi ona iyilik yaparak cezalandır“ veya „Hakikatı anlayana kadar din kardeşinin davranışını iyiye yör“ söylemlerini hoşgörü kavramı ile değilde nasıl yorumlayacağız?

Yukarıdada belirttiğimiz gibi bazı kesimler tarafından hoşgörü kavramının yabancı kaynaklı olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüse karşı sayın Ömer Aslan’in şu cümlesiyle cevap vermek istiyorum: „Aslında kaynağı insanı ve fitri olan bu olguyu karşılayacak şekilde müsâmaha ve hoşgörü gibi kelimelerin kullanılması onların kavramsal çerçevesinin yerli kültürler tarafından şekillendiğini göstermektedir“. Oysa sadece tasavvufi kesimlerde değil aynı zamanda eski türk edebiyatlarındada hoşgörü kavramına rastlanmaktadır: Mahşelemnâ-y-idi birinün adı, Hoş görürdi ol bilişle yâdı“ (İslamın Mesnevisi, bk. Ömer Aslan). Yani tanıdık olan ile yabancı birinin eşit tutulmasını anlatmaktadır bu söylem.

Hoşgörünün ne olduğu noktasına aslında hoşgörünün ne olmadığından yola çıkıldığında daha kolay varılabilir. Eğer biz insanların davranışlarına veyahut tercihlerine aldırmıyorsak, onlara mani olmuyorsak, onları görmezlikten geliyorsak, biz bu durumda sadece kayıtsız kalıyoruz demektir. Bu elbette hoşgörülü olmak değildir. Hoşgörü göstermek aslında bizim için, yanı hoşgörü gösteren için, daima mutluluk veren bir ruh halide değildir aslında. Yani hoşgörülecek bir durumun veya fiilin bizim isteklerimizin, beklentilerimizin dışında bir durumda olabilir, hatta bizi biraz gerebilirde. Hoşgörü sadece özgürce konuşma, davranma da değildir. Günümüzde hoşgörü ve tolerans kavramlarını eş anlamda kullanıyoruz. Halbuki bunlar birbirinin aynı değillerdir. „Tolerans kavramında; hoşa gitmeyen hususları sindirme, tahammül, umursamazlık, metanet gibi anlamların bulunduğunu hatırlatarak bunun, hoşgörü kavramıyla karıştırılmamasının altını çizmek isteriz“ (Ömer Aslan).

 

Peki, eğer hoşgördüğümüz şeyin kesin yanlış bir fiil olduğunu bildiğimiz halde ona izin vermek doğrumudur?

Burada bir ikilem, bir paradoks varmış gibi gözükmektedir? Bu konuda Voltaire’in „Söylediklerinizden nefret ediyorum, ancak onları söyleyebilme hakkınızı savunmak için hayatımı vermeye hazırım!“ söylemi yukarıdaki hoşgörü ikilemini cözmeye yardımcı olacaktır.  Bu söylem, özgür düşünce savunusunun yanı sıra, toplumsal çeşitliliğin, toplumsal uyuma kıyasla önceliğini de beraberinde getirmektedir. „Bunu senden hiç beklemiyordum“ veya „Bunu sana hiç yakıştıramadım“ benzeri söylemler dahi, kişinin hoşgörü ortamından ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Yazar Orhan Pamuk, rahmetli gazateci Hrant Dink gibi, toplumun büyük çoğunluğu ile aykırı düşünenlerin fikirlerini sevmesek de, hatta nefret etsek de, çeşitlilik adına, düşüncelerini söyleyebilmeleri için uygun toplumsal ortamların oluşmasına katkıda bulunmamız gereklidir. İşte hoşgörü budur.

 

Peki hoşgörü sınırsızmıdır?

Elbette sınırsız bir hoşgörü yaklaşımı zamanla hoşgörü ortamının kaybolmasına yol açacaktir. Bu nedenle Karl Popper’in söylemiyle „sınırsız hoşgörüyü, hoşgörüşsüz olanlara da kesintisiz gösterirsek, hoşgörünün zamanla kaybolmasına fırsat vermiş olacağız“ Hoşgörülü bir toplumu bunların saldırısına karşı savunmaz isek hoşgörü ortamı zamanla ortadan kalkacaktir. Bu anlamda rahmetli Hrant Dink’i sözde Ermeni soykırımı hakkında söylediklerinden dolayı kınasakda, aynı Hrant Dink’in Fransa hükümetinin konuyla ilgi çıkarttığı yasa karşısında „demokrasi adına olumsuz bir karar“ diyerek karşı çıkması takdirimizi kazanmıştır. Bu nedenle hoşgörülü olana ancak hoşgörüyle yaklaşmak yakışır.  Aynı demokrasilerde olduğu gibi, demokrat olmayanlara, demokrasiyi kendi hayallerindeki rejimlere ulaşmak için kullanmak isteyen aslında anti-demokratlara da, sınırsız hoşgörü göstermede dikkatlı davranmalıyız.

 

Günümüzde hoşgörünün önemi

Günümüzde sınırların yok oluşu, ulaşımın kolaylığı ve bundan dolayı eskiye nazaran çok daha kısa sürede çok uluslu toplumların oluşması ve gündelik hayatımızda bile bir çok değişik ırk, din ve cinsten insanlarla beraber yaşamaya mecbur kaldığımızı düsünürsek, dinler ötesi bir hoşgörü kavramının önemini idrak etmemiz gerekmektedir. Sürekli olarak hoşgörülü olmayı nasihat etmek yerine niçin hoşgörülü olamadığımızı sorgulayabilen insanlara ihtiyacımız var. Artık kendi fikriyatımız, kendi inanışlarımız ve anlayışlarımız çerçevesine göre „iyi“ insan yetiştirmeye çalışmaktan vazgeçip, soru sormaya çalışan, kendi fikriyatını özgürce savunabilen ve aynı zamanda başkalarının fikriyatına karşı hoşgörüyle yaklaşabilen insanlar yetiştirmeliyiz. Önümüzdeki yüzyılda dünyayı, bilmediğini bilmeyenler değil, sadece inanan ve itaat edenler değil, ancak soru sormasını bilen vizyon sahibi genç nesiller yönlendirecektir.

 
 
   
Facebook beğen  
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol