Ermeni sorunu hakkında
Dr. Ali Sak
Ermeni sorunu diye adlandırdığımız olay aslında Ermenilerin değil bizim sorunumuzdur. Bu sorun Türkiye Cumhuriyetinden çok, yurt dışında yaşayan biz Türklerin sorunudur. Şöyle ki, zaman gelecek Avrupa ülkelerinin büyük bir çoğunluğunda „Türkler Ermenilere, hatta Kürtlere ve Rumlara soykırım uygulamıştır“ diye parlamentolarından kararlar çıkaracaklar. Son örnek İsveç parlamentosunun bu doğrultuda almış olduğu karar. Bu kararlar neticesinde okullarda, Yahudi soykırımında olduğu gibi, tarih derslerinde çocuklarımız bu „sözde gerçeklerle“ yetişecekler. Çok değil bir iki nesil sonra çocuklarımız da Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladıkları insanlık dışı muameleleri kendi atalarının da Ermenilere, Kürtlere ve Rumlara yaptıklarına inanacaklar.
Peki bunda bizlerin, yani yurtdışında yaşayan Türklerin, hiç mi suçu yok? Beş milyon Türk üç yüz bini zor bulan Ermeni Diasporasının karşısında bu kadarmı güçsüz, bilgisiz ve birikimsiz kalmıştır?
Tüm olumsuzluklara rağmen batı dünyasındaki tüm dernekler ve birey olarak, biz vatandaşlar yılmadan inançlarımızın ve kültürümüzün, kısaca doğrularımızın, savunucusu olmamız gerekiyormu?
Peki biz neler yapabiliriz?
Herseyden önce, tarihi olayları değerlendirebilmemiz için bilgilenmemiz gerekir. Doğrular ve yanlışlar nedir öğrenmemiz gerekır. Türkiye Avrupa Birliğine girmek için her şeyi yapmaya hazır olduğu bir süreçte, başta Ermeni milliyetçileri, kürt ayrımcıları ve Kıbrıs enosisçileri Avrupa unsurunu kullanarak, kurtulus savaşında, LOZAN anlaşmasında elde edemediklerini almaya çalışacaklardır. Kimilerine göre „verelim kurtulalım“, kimilerine göre „İIttihat ve Terakki hükümetinin fiillerinden, Cumhuriyet’in sorumlu tutulamayacağını savunmamız yeterlidir“ deyip kurtulalımla kalamayız. Tek çıkar yolumuz tarihi olayları doğru tespit etmek ve bu yönde çalışma yapan ve yapacak olan kişi ve kuruluşları madden ve manen desteklemek gerekmektedir. Sadece Türkiye’deki tarihcilerimizin yapmış olduğu calışmalar yetmiyor, hatta bazen ters etki yaratabiliyor. Çünkü Avrupa’daki yaygın kanıya göre Türkiye’deki bilim adamları „klasik türk tezinin dışına çıkamıyor“.
Peki bu durumda ne yapmalı?
Yapacak tek şey var, Ermeni belgeleriyle Ermeni tezlerini çürütmeli. Dedelerinin masallarının etkisinde kalarak „kin ve nefret“ ile büyütülmüş Ermeni milliyetçilerinin konuyla ilgili ana kaynaklarının bilimsel bir yaklaşımla eksikliğini ve bunların birer „masal“ olduğunu kanıtlamamız gerek.
Nedir bu kaynaklar?
Arnold J. Toynbee tarafından yazılmış olan “Mavi Kitap” ve bu kitabın aslında birinci dünya savaşı sırasında İngiliz propaganda dairesinin (Wellington House) Hiristiyan kamuoyunu Osmanlıya karşı birleştirme amacını güden bir propaganda aracı olduğunu bir sonraki yayınlarında kendisi itiraf etmiştir. Bir ikincisi de, tarihçi olmayan Avusturyalı yazar Franz Werfel’in yazdığı „40 Gün Musa(Ağrı) Dağı“ dir. Türkiye’ye hic gitmemiş olan Werfel bu kitabını olaylardan yaklaşık on yıl sonra bir Suriye gezisi esnasında duymuş olduğu „masallardan“ esinlenerek yazmıştır ve bu kitabın tarihle hiç bir ilişkisi olmadığını bir başka Avusturyalı tarih bilimcisi (Prof. Dr. Erich Feigel) söylemiştir. Ve Ermenilerin en önemli kaynaklarından birisi de Dr. Johannes Lepsius’dur. Yukarıda bahsedilen Franz Werfel tarafından, „Ermenilerin koruyucu meleği“ diye adlandırılan bir protestan din adamıdır ve aynı zamanda „Alman-Ermeni Topluluğunun“ kurucusudur. Bu şahış da davası uğruna bircok hileye başvurarak Alman arşivlerinden kendi anlayışına göre derlediği „bilgileri“ kitap halinde yayınlamıştır. Ne talihsizliktir ki bu hilesi Almanya’da eğitim görmüş bir türk bilim adamı (Cem Özgönül) tarafından deşifre edilmiştir.
Alman makamlarının bu konuda ciddiye aldığı bir başka isim de Rum kökenli Tessa Hofmann (Savvidis) dir. Aynı Johannes Lepsius gibi o da kendini Ermeni meselesine adamış ve bu çalışmaları nedeniyle Ermeni Diasporası ve Devleti tarafından bir çok ödül almıştır. Tessa Hofmann da kendini davasına o kadar adamış ki, kendi verilerini destekleyebilmek için bir çok hileye başvurmuştur. Bu hileleri de ne ilginçtir ki, gene bir Türk tarihçi (Dr. Türkkaya Ataöv) tarafından deşifre edilmiştir. Tessa Hofmann’ın adı geçen kitabında (Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht-Ermeni soykırımı mahkeme karşısında) bir çok hilenin mecudiyeti ortaya çıkmıştır1.
http://www.turkishforum.com.tr/de/content/2010/03/02/die-moderne-kunst-der-geschichtsschreibung/
Evet biz konuyu sağlıklı bir şekilde tartışabilmek için önce bu kaynakların varlığını ve içeriğini bilmemiz ve Dünya kamuoyuna bu belgelerin ne derece bilimsellikten yoksun olduğunu göstermemiz gerekir. Özellikle Almanyada yetişen Cem Özgönül, Dr. Ali Söylemezoğlu gibi tarihe ışık tutacak arkadaşların çalışmalarına destek olmamız gereklidir.
Neden milli davalarımızı üstlenen kişi, kurum ve kuruluşlardan desteğimizi esirgiyoruz?
Bizim maddi veya manevi desteğimizle meydana çikacak tarihî belgeler sayesinde, kişisel görüşlerin ve farklı siyasi yaklaşımların sonucu karanlıkta kalan bir çok yanlışların yerini, zamanla bilimin ışığının aydınlatacağını ümit ediyoruz. Doğruyu, nasılsa veya neredeyse bulup çıkarmadığımız sürece, sadece biz değil bizden sonraki nesiller de bu yalanları gerçek, bu masalları da tarih sanacak.
Türk diplomasisi ne durumda?
Maalesef bu konuda Türk diplomasisi sınıfta kalmıştır, sadece bu hükümet döneminde değil, son yıllarda işbaşında olan tüm hükümetler konuya gereken ciddiyetle yaklaşmamıştır. Türk diplomasisi hala daha dışışleri politikasında „dost“ unsurunun olmadığını, bunun yerine daha çok çıkar unsurunun ön planda olduğunu anlayamamıştır. Sıfır sorun politikası nedeniyle tüm çıkarlarımızdan vazgeçerek başka ülkelerin güdümüne girmişizdir. Elçilerimizi kısa süreli geri çağırmakla, alenen bir kaç diplomasi üslubuna uygun olmayan demeçler atarak ve bu söylenenelerin de arkasında durmayarak kritik meseleler çözülemez. Bu güne kadar toplam 20 ülke parlamentosu (örneğin Rusya, Kanada, Fransa, Isviçre, Hollanda, İsveç...) sözde soykırımı tanımıştır. İngiltere ve Almanya bu konuda sırada beklemekteler. Büyükelçiler buralarda hala daha görevi başında olduğuna göre, demekki büyükelçi çekmek sorunu çözmeyecek, daha da artıracaktır. O zaman yapılması gereken nedir? Yapılması gereken aslında çok basit olmasına rağmen yapılamızor olması, konun ciddiyetini anlamadığımızı, aslında önemsemediğimizi gösteriyor. Önemsemiş olsaydık, Ermeni protokolünü sözde soykırımı tanıyan İsviçre’de imzalarmıydık? Önemsemiş olsak sözde soykırıma karşı İsviçre mahkemelerinde savunma yapan vatandaşlarımıza destek olmazmıydık? Isviçre mahkemesi içeri atamadı ama bizim mahkemeler milletinin onurunu savunanları içeriye attı. Önemsemiş olsak konuyu son yıllarda uluslararası arenaya taşıyan Türk Tarih kurumu başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu görevinden alırmıydık? Şu an adı geçen kurum konuyla ilgili uluslararası ne gibi çalışmalar yapıyor acaba? Neden biz de aynen Ermeni Diasporası ve Ermeni devleti gibi, konuyu her zaman ve her yerde ele almıyoruz? Neden biz de Ermeni Diasporası gibi kendi çıkarlarımız çerçevesinde buluşamıyoruz? Sadece Ermeni meselesinde değil, aynı şekilde dilimize, kültürümüze ve dinimize sahip çıkamıyoruz. Nerede Almanya’daki anlı şanlı Sivil Toplum Kuruluşları? Neden belirli siyasi yelpazelere bölünerek kendi çıkarlarımızın savunucusu olamıyoruz? Umarım bu sorulara herkez kendince bir cevap verebilir.