Kadir Gecesi, Kadercilik ve Okumak
Dr. Ali Sak
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un günümüz türkçesiyle "Bir zamanlar dünya acz içindeydi, bugünden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta" şeklinde açıkladığı bir çağda aziz peygamberimiz (s.a.v.) gönderilmiş ve yüce Kuranı-ı Kerim insanların karanlık dünyalarını bir nebze de olsa aydınlatmıştı. Böylece „kitap“ ile beraber insanlığın önünde iman ve ahlakın, ilim ve irfanın kapılarının açıldığı yeni bir çağ başlamıştı.
Peygamberimiz (s.a.v.) bu gece, Nur dağında düşünmeye çekildiği bir anda, Cebrail aleyhisselam geliyor ve “ikra" (oku) diyor ve bu sözü üç defa tekrarlıyor. Muhammed Mustafa (s.a.v.) her defasında “ben okuma bilmem” diyor. Sonunda Cebrail (a.s.) ikra/alak suresinin ilk beş ayetini okuyor: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla! O insanı alaktan (meniden) yarattı; Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin kerem sahibidir”. Böylece Mekke’de dogan Kur’an-ı Kerim'in güneşi tüm dünyayı aydınlatmaya başlıyor. Bu geceye, Kur'an-ı Kerim'de Kadir Gecesi adı veriliyor ve onun bin aydan daha hayırlı olduğu vurgulanıyor.
Kuran-ı Kerim’deki bu satırları bence çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Allah "oku" emriyle insanlığa bir "kitap" veriyor ve bu kitabın yaydığı „ışık“ (ilim) tüm dünyayı aydınlatıyor, ve akabinde deniyor ki: Bu kitabın indiği gece bin aydan daha hayırlıdır! Burada, okumanın, bilgi edinmenin ne kadar önemli olduğu ve okumakla geçen bir gecenin, okumadan geçen bin aydan (83 sene, yani bir insan ömrü) daha hayırlı olduğu vurgulanıyor. Kuran-ı Kerim’de oku diye başlayan ayet de ise insanlığın nasıl yaratıldığı anlatılıyor. Bu bize bir şeyler anlatmıyor mu?
Oku derken, aynı zamanda bilgi edinmekten bahsediliyor burada. Örneğin "O insani alaktan (meniden) yarattı" derken insanlığın yaratılışını araştırın diyor ayetde. Bu elbette bir örnektir. Kuran-ı Kerim, sadece insanlığın değil, kainatın yaratılışını ve daha bir çok şeyi ve çevrenizi iyi „okuyarak“ algılayın, anlayın ve uygulayın demek istiyor bize. Buda bizi düşündürmesi gerekmez mi? Madem okumakla geçirilen bir gece, okumadan geçirilen bir ömür boyundan çok daha hayırlı, o zaman daha çok okumamız gerekmiyor mu? Bir gece okuyup, nasıl olsa bin aylık sevabımı aldım deyip bir ömür boyu yatmak mı gerekiyor? Burada değinmekte yarar var, ilim sahibi olmak, bilgi sahibi olmak çok okumaktan, bir ömür boyu okumaktan geçiyor. Elbette sadece Kuran-ı Kerim’i okumakla bilgi ve irfan sahibi olunmuyor. Alak suresinde oku derken fen bilgilerinden örnek vererek, bilgeliğin sırrını veriyor ve önünü açıyor. Sadece Kuran-ı Kerim değil, asıl olan müsbet ilimlerle uğraşmaktır demek istiyor.
Hal böyle iken, Kuran-ı Kerim bile okumanın önemini bu denli vurgularken, İslam alemi bir gece okuyup bin gece yatıyor adeta. Hala daha bin yıl önceki bilgi çağımızla övünüyoruz. Ya günümüz ve geleceğimiz? Bilgi yok, ilim yok, üretim yok. „Allah kurdun kuşun rızkını verdiği gibi, yaratmış olduğu kulunu da elbette aç bırakmaz“ düşüncesindeyiz hala. Ve daha da ileri giderek maden işçisinin kaderinde göçük altında kalmak, hatta ölmek olduğunu savunan bir başbakanımız var. Kot taşlama işçisinin kaderinde silikozis, tersane işçisinin kaderinde kurulan dandik iskeleden düşmek ya da kaynak gazının biriktiği yerdeki patlamadan ölmek; deri ve ayakkabı işçisinin kaderlerinde zehirlenmek ve akabinde gelen akciğer kanseri; çocuklarımızın kaçak kuran kurslarının enkazı altında kalmak; akşam uykuya yatan vatandaşın sabah soba kaçağından ölmek; dere yatağına yapılan evleri selin alıp götürmesi; dört şiddetinde bir depremin Japonya’da kimsenin burnunu kanatmaz iken bizde binlerce insanın hayatını kayıp etmesi hep kaderdendir. Peki ya işi ehline vermek? Görevlendirmede sadakat değil liyakat aramak? Yapılan işi usulüyle denetlemek? Bunlar kimin görevi? Herhalde
denetlemek de yüce hûda'dan...İşte tam burada gene Mehmet Akif Ersoy'un "Tevekkül“ (kader) adlı bir şiiri aklıma geliyor.
TEVEKKÜL
“Kadermiş! “ öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;
Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.
“Çalış! dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül (kadercilik)” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın (ücretli işçin) iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür. Vazifesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir! ...
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Huda (yaratan) Vekil-i umurun (müdürün) değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in’amı ( hazinesi) kendi veznendir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen o;
Levazımın bitivermiş, değil mi ? Ekleyen o!
Çekip kumandası altına ordu ordu melek;
Senin hesabına küffarı hakisar edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin :
“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur, bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... yanaşman, ırgadın o;
Çoluk-çocuk ona ait: kahyan, müdir-i veznen o;
Alış seninse de, mes’ul olan verişten o;
Denizde cenk olacakmış... gemin o, kaptanın o;
Yaa, ordu lazım imiş... askerin, kumandanın o;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı o;
Tabib-i aile (aile doktorun), eczacı... hepsi hasılı o.
Ya sen nesin? Mütevekkil (her işini kadere bırakan kişi)! Yutulmaz artık bu !
Biraz saygı gerektir... ne saygısızlık bu ?
Huda’yı (yaratanı) kendine kul yaptı, kendi oldu huda;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete .... ha!