Almanya’da Türk Sivil Toplum Örgütlenmesi ve Sorunları
Dr. Ali Sak
20.08.2009
Almanya başta olmak üzere, tüm Avrupa ülkelerinde sivil toplum örgütleri (STÖ) gerek toplumsal, gerekse siyasi karar mekanizması içinde önemli bir konuma sahiptirler. Demokrasilerde kuvvet ayrılığı sonucu yasama, yürütme ve yargı erkleri dışında genelde dördüncü denetleyici kuvvet olarak basın da eklenir. Aslında bu dört erkin dışında bir de sivil toplum örgütleri gelmektedir. Avrupada yaşayan Türkler, maalesef bize verilen bu fırsatı yeteri kadar değerlendirememektedirler. Sayın başbakan R.T. Erdoğan ve sayın büyükleçi Ahmet Acet söylediler: “Almanya’daki sivil toplum örgütleri olması gerektiği konumda ve güçte değiller”. Neden acaba?
Bunun elbette nedenleri vardır. STÖ’ler içlerinde farklı görüşleri barındırabilen, karşılıklı tartışabilen (diyalog) ve bu tartışma sonucunda ortak bir sonuca varabilen bir örgütlenme içinde olması gerekirken, çoğu zaman tek tip görüş ve anlayış çerçevesinde buluşan, kendi görüşünden başka görüşleri dinlemeden dışlayan, ufak çaplı, genelde bir kaç kişiden oluşan çekirdek ekip ve başkanlarını yıllarca değiştiremeyen birer “krallık” halindeler. Bu tür anlayışı yıkabilmek için ilk hedef STÖ’lerin
(1) daha demokratik bir yapıya sahip olmaları,
(2) kesinlikle siyasi iktidar amaçlı fikir ve eylemlere son vermeleri,
(3) kendi yapı ve çalışma sistemlerini sorgulamaları,
(4) toplumsal çıkarları şahsi veya grupsal çıkarların önünde tutabilmeli,
(5) tartışmaya ve yeniliklere açık olmaları gerekmektedir.
Zira kendi içine kapanık, sadece kendi fikir ve düşünce sistematiği içinde çalışmakla, yenilik için gerekli yaratıcı akımları dışlamış olur ki, bu da zamanla toplumdan uzaklaşmayı beraberinde getirir ve ortak paydalarda buluşmayı imkansız kılar. Sivil toplum örgütleri yenilikçi ruh taşıyan sivil insiyatifleri içlerine katmakta, toplumun nabzını tutmakta zorlanmaktalar ve bu nedenle halkın desteğini alamamaktalar. Görüşmeler ve müzakereler halkı doğal üyeleri saymalarına rağmen halksız, halkın adına yapılmakta.
Bir başka sorun da Almanya’daki Türk kökenli STÖ’lerin maddi sıkıntılar nedeniyle genelde kamu kuruluşlarına resmi (formel) veya gayri resmi (informel) şekilde bağlı olmaları ve çalışma alanlarını bu nedenle kendi kendilerine kısıtlamaları ve böylece yönlendirilmeye açık olmaları. Sivil toplum örgütleri kamudan maddi destek alsalar da (bu sonuçta onların da kamusal hakkı) kendilerini yardım aldıkları kuruma bağlı hissetmemeleri gerekir. STÖ, adı üstünde sivil bir girişimdir ve bilhassa hükümetlerin birer yan kuruluşu asla olmamalıdırlar ve zaman zaman durup kamu yönetimi ile olan ilişkilerini gözden geçirmeli, sorgulamalıdırlar.
Maalesef bu böyle olmuyor, aksine bir çok STÖ’ler hükümetler tarafından bir şekilde “rüşvetlendiriliyorlar” ve bir takım ayrıcalıklar peşinde oluyorlar. Oysa STÖ’lerin görevi hükümet adına değil, halk adına çalışmaları gerekir. Hükümetin ve kamu kuruluşlarının çalışmalarını sorgulamak, denetlemek, gerekirse uyarmak gerekir. Elbette gerektiğinde projeler çerçevesinde kamudan maddi yardım alabilmeli, fakat bu alınan yardım hiç bir zaman “sus payı” çerçevesinde olmamalı.
Bir diğer sorun ise, Almanya’daki türk kökenli STÖ’lerin ortak çalışmaları, hedefleri olmaması ve her alanda birbiriyle rekabet içinde olmaları. Sözde büyük fakat hantal kuruluşlar, küçük fakat daha dinamik oluşumları “sizde kim oluyorsunuz?” anlayışı içinde genelde tanımamakta ve dışlamaktadır. Oysa yapılması gereken küçük oluşumlarla diyalog içine girerek onların dinamiğinden faydalanılması. Sadece büyük ile küçükler arasında değil, sözde büyük STÖ’lerin de kendi aralarında maalesef fikir alış verişi olmuyor. Özellikle milletimizi ilgilendiren konularda bir dayanışma olmuyor. Örnek vermek gerekirse: Almanya’daki yeni göç yasası çerçevesinde bir kaç “onurlu” STÖ dışında, diğer STÖ’ler görüşmelerden çekilmedi veya sonradan çark etti. Böylece sadece onurlu davranan gruplar, Alman kamuoyu tarafından eleştirildi. Diğerleri ise birer “aferin” aldılar. Bir ikinci örnek ise türkçe anadilimize sahip çıkma konusunda. Kuze Ren Vestfalya eyaletinde ilkokullarda türkçe anadili derslerinin zamanla kaldırılacağı bilindiği halde konuyla ilgili bir çok dernek sadece “azar işitmemek” ve ödeneklerin kesilmesi endişesiyle susmayı tercih etmiştir.
Özellikle bu gibi konularda tüm STÖ’ler birlik ve beraberlik duygusu içinde olması gerekirken, maalesef bir takım çıkarlar uğruna, göç yasasında, türkçe konusunda, ermeni meselesinde olduğu gibi, ileride daha bir çok aleyhimizde olacak siyasi gelişmelerde de aynı dağınıklığın sergileneciğini öngörebilmek için kâhin olmak gerekmiyor. Türk STÖ'lerin arasindaki bu dağınıklık ve bölünmüşlük, Alman siyasi grupları tarafından da ustaca bir manevrayla desteklenmektedir.
Zira “divide et impera” (böl ve yönet) mantığı çerçevesinde kendi içinde bölünmüş halklar ve gruplar daha kolay yönlendirilmekte ve yönetilmektedirler. Bu yöntem her ne kadar çinlere özel bir savaş taktiği olsa da, tarihte ve günümüzde halen ustaca tatbik edilen toplumsal bir baskı ve yönlendirme metodur. Ünlü Alman edebiyatçı Wolfgang Goethe de benzeri bir şekilde bölünmüşlüğü ve birlikteliği şu şekilde vurgulamakta „Entzwei und gebiete! Tüchtig Wort. – Verein und leite! Besserer Hort.“ (İkiye böl ve emret, güçlü bir söz – birleş ve idare et, çok daha iyi bir sığınak). Her ne kadar “böl ve yönet”