Son zamanlarda Türkiye'de tuhaf şeyler oluyor. Anlaşılması güç şeyler. Sanki tarih başa sarıyor. Bir an birinci cihan harbi sonrasında süngüleri takılı silahlarıyla, zamanın azınlıkları tarafından alkışlarla karşılanan, İngiliz işgal askerlerinin Galata köprüsünden İstanbul’a görkemli yürüyüşü geldi aklıma…
Ürperdim bir an, kırkbeş bin insanın ölümünden sorumlu ve ellerinde hala daha kan izleri olan bir örgüt üyelerinin habur sınır kapısını geçerken izlediğim manzarayı görünce. Yirmibeş yıldır tam 45 binin üzerinde insan terör nedeniyle hayatını kayıp etmiş. Bunların büyük bir çoğunluğu hiç bir suçu olmayan sivil insanlar…
Tek suçları bölge insanına hizmet götürmek. Dile kolay en az 45 bin insanımız, birinci dünya savaşındaki kayıplarımıza eşdeğer. Ve sonuç…aynı senaryo, aynı baskı, aynı dizi.
Otuz dört üniformalı PKK üyesi binlerce insan tarafından bayram havası içinde çiçeklerle, büyük bir coşkuyla, havai fişeklerle PKK bayraklarıyla karşılandığı sahneleri görünce içim sızladı bir an…Çünkü bu karşılama hiç samimi değildi…evladım, kardeşim, amcam, dayım yuvasına geri döndü coşkusuna benzemiyordu hiç…
Askerlerin tezkere alıp eve döndüklerinde yakınları tarafından karşılandıkları gibi değildi bu…Neydi ve niçindi pekala bu karşılama…Sahi hangi zafer kutlanıyordu orada?
Dile kolay, 25 yılda kırkbeş bin insan. Şehitlerin, acıların, gözyaşların hesabı tutulmaz ama…25 yıldır kan akıyor bu ülkede. Yılda yaklaşık 1800, günde 5 kişi hayatını yitirmiş bu kanlı ve kirli mücadelede…Peki neden ve niçin? Neyin mücadelesi bu?
Peki ya devlet neredeydi o kaşılamada?
Devlet, karşılamaya PKK bayrakları gölgesinde kortej ediyordu…adeta alkışlıyordu…kardeşlerimiz, kahramanlarımız geldi edasındaydı devlet. Bunlar ne ilk ne de son olacak diyordu devlet.
Oysa aynı devlet Bursa’da Azeri kardeşlerimizin bayraklarının stadyuma girmesini yasakladı…
Aynı devlet şehit aileleri meclise girerken zorla ellerindeki Türk bayrağını aldı…
Ama 34 terör örgütünü karşılarken PKK bayrakları dalgalanıyordu…
Ses çıkarmadı, yoksa çıkaramadımı?
Otuz dört eli kanlı, 45 bin kişinin ölümünden sorumlu terör örgütü üyeleri için özel karşılama, ayaklarına giden özel savcılar ve hakimler ve seyyar adliye….
Peki niçin…güvenlik için mi? Kimin güvenliği için?
Bir gün öncesinde terör estirenleri bizzat devletin valisi karşılıyor…
Devletin polisi güvenlik çemberi oluşturuyor…
Otuz dört kişinin ismini kayda almaya bile yetmeyecek bir zaman zarfında…"buyrun uzun yoldan geldiniz bir bardak çayımızı için" diyemiyceke kadar kısa bir zaman zarfında, 20 dakikada, serbest bırakılıyorlar.
Pişmanlık yasasından faydalanma filan yok…
Keşke pişman olsalardı da bağrımıza bassaydık, yaptıklarına rağmen.
Hayır, pişmanlık değildi ziyareti sebepleri. Sadece liderlerinden "mesaj" getirdiler: "Biz bir adım attık sıra sizde" dediler. Zamanı terimiyle "brifing" verdiler.
Önümüzdeki günlerde Düsseldorf/Almanya dan bir barış grubu daha gelecekmiş.
Bunlar da mı pişmanlık yasasından faydalanmak için geliyormuş?
Düsseldorf dağlarında terörist mi vardı da biz bilmiyorduk?
Hangi pişmanlık yasasından yararlanacaklarmış?
Yoksa onlarında mı liderlerinden bir mesajları var?
Brifing mi verecekler?
Öte yandan ellerinde mürekkep izi olan, yapmış olduğu bilimle ün salmış insanlarımızın soruşturması 200 küsür gündür tamamlanamadı…hala daha neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar.
Evet birileri 45 bin kişinin ölümünden sorumlu bir örgüt mensupları, 20 dakikada soruşturma bitiyor ve serbest kalıyorlar…Hal hatır sormak bile daha uzun sürer.
Öte yandan yüz bin kişin eğitiminden, sağlığından sorumlu Türkiye Cumhuriyetinin seçkin bilim adamları, doktorları, rektörleri içeride…İki yüz gündür hala daha sorgulanıyorlar.
Peki suçları? Hükümeti eleştirmek.
Ülkemizde "güzel" şeyler oluyor
Evet, sanırım Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de dediği gibi "güzel şeyler" oluyor ülkemizde. Aynı Cumhurbaskanı PKK’nın "barış gücünün" karşılanmalarındaki abartıyı "çirkin" bulduğunu söylüyor.
Oysa, Öcalan’la birlikte kendileri yapmadımı o planı? Aksi halde devletin valisi karşılamaya gidebilirmiydi? Devletin hakimi, savcısı özel olarak gidebilirmiydi? Kim, nereden, kaç kişi gelecegini herkez biliyor. Bunlar nasıl oyunlar? Daha önceden çizilmiş ve yazılmış senaryolar oynanıyor Türkiye Cumhuriyetinde. Senarist ve yapımcı ABD, başrolde AKP, figuranlık DTP ve Öcalan…Kötü adam rolünde ise Cumhuriyetçiler ve Atatürk’çüler.
Senaryo elbette burada bitmiyor, bitmeyecek…Traji-komediye devam ediyoruz. Zaman gazetesi köşe yazarı Prof. Dr. Mümtazer Türköne’nin Kürt açılımı ile ilgili düşüncelerini okumuşsunuzdur. Türköne: “sorunun çözümü için Öcalan'ın da dahil edileceği bir genel affin şart olduğunu, Osmanlı’nın isyan bastırırken, elebaşıları affedip, 'Başı Bozuk Paşası' olarak sürüp, maaş bağladığı, Öcalan için de benzer bir formülün uygulanmasının gündeme gelebileceğini” belirtiyor. Evet sanırım arkadaşımız kendisini Osmanlı Devletinde sanıyor herhalde....
Evet, senaryoya devam ediyoruz…Öcalan serbest kalıyor ve emekli maaşıyla "paşa" ünvanıyla hayatının geri kalan bölümünü güney sahillerinde verilen bir villada geçiriyor. Teröre karşı savaşan gerçek paşalar hapise, 45 bin insanın ölümünden sorumlu terörist paşa ünvanıyla deniz kıyısına…
Yaşasın teröristlerin paşa ilan edildiği Türkiye!
Avrupa Birliğinin isteği diyerek ülkede tüm Atatürk söylemleri, kitapları, heykelleri yıkılıyor, yırtılıyor, atılıyor...
Yaşasın Atatürk’süz Türkiye!
Senaryo devam ediyor. Avrupa birliği istiyor diye Türk askeri kurumları tümüyle tasfiye ediliyor. Ülke savunması PKK lı "barış gücüne" veriliyor…
Yaşasın askersiz Türkiye.
İşin ilginç ve garip tarafı, tüm bunların Türk insanının gözü önünde yapılıyor olması. Bu nasıl olur demeyin? Bir millet uyuşturuldumu pekala olur. Zira toplu hipnoz döneminden geçiyoruz…Çok ince hesaplı bir toplumsal hipnoz seansları uygulanmaktadır bu millete.
On seansta toplu hipnoz:
1. Türklükten vazgeçirme seansı:
"Sen ne mutlu Türküm diyene" dersen, o da "Ne mutlu kürdüm diyene" der. "Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir. " (Tayyip Erdoğan)
2. Cumhuriyeti unutturma seansı:
"Cumhuriyetin ilanı İstanbul'un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür. " (Kadir Topbaş) 3. Türk askerini bitirme seansı:
"Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü içinTürk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir." (Leyla Zana) 4. Abdullah Öcalan’nın itibarını yükseltme seansı:
"Toprak tek başına bir anlam ifade etmiyor.APO Türklere Allahın bir lütfüdür.
İnsanları öldürmek yerineKürtlere istedikleri toprakları vermek gerekir." (Ahmet Altan) 5. Atatürk’ün itibarını zayıflatma seansı:
"Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebi Kemalizm'dir. "(Ahmet Altan)
6. Memleketin satılabileceği seansı:
"Memleketi bir çift kadın memesine satarım. "(Ahmet Altan)
7. Türklerin katil ruhlu olduklarını kanıtlama seansı:
"Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim:Türkiye'de 1 milyon Ermeniyle 30 bin Kürt
katledildi. " (Orhan Pamuk)
8. Türkler’siz Türkiye’nin inşası seansı:
"Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadarönemli bir ülkedir." (M.Ali Birand)
9. Türk askerine arkadan vurma seansı:
"Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı Amerika'ya dönmeliyiz." (Fetullah Gülen) 10. PKK’nın barış grubu olduğunu kanıtlama seansı:
Habur kapısından giren PKK’lıların devlet töreniyle kabulü
Meselenin özüne değinen bir fıkra
Kudüs'e atanan bir Amerikalı gazeteci, ağlama duvarının önünden gelip geçerken, bir Musevi’nin her gün duvarın önünde diz çöküp dua ettiğini fark etmiş. Haftalarca aynı manzarayı görünce dayanamamış gazeteci. Bu adamla konuşmayı denemiş: "Sizi her gün dua ederken görüyorum."
Adam cevaplamış: "Evet, sabahları gelir, dünya barışı ve kardeşlik için dua ederim... Öğleden sonraları gelir, yeryüzündeki acıların ortadan kalkması ve bütün insanların refaha kavuşması için dilekte bulunurum..."
Amerikalı sormuş: "Ne kadardır sürüyor bu?"
Adamın cevabı: "Tam 25 yıldır..."
Amerikalı büyük bir şaşkınlıkla: "Bunca yıl sonra nasıl bir duygu var içinizde ?"
Adamın çaresiz cevabı:"Duvara konuşuyormuşum gibi bir duygu..."
(kaynak: meçhul)
Evet tam 25 yıldır kardeşlik için, barış için, birlik ve beraberlik için dua ettik..Sadece duayla kalmadık canla, başla, malla mücadele ettik, ama bakıyorum da biz 25 yıldır duvara karşı konuşmuşuz. Ne tarihten ne de yakın geçmişten ders alabilmişiz.
Maymunlardan tarih dersi
Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün ormana düşmüş. Bir süre yürüdükten sonra sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış,ilk gördüğü ağacın altına oturmuş ve şapkalarla dolu sepetini de yanına koymuş,derin bir uykuya dalmış. Birkaç saat sonra tuhaf sesler duyarak uykusundan uyanmış. Bir de bakmış ki,yanındaki sepet bomboş,şapkalardan eser yok!Kafasını kaldırıp ağaca baktığında,ağacın dallarında bir sürü maymun ve her birinin kafasında adamın şapkaları.Adam kendi kendine konuşmaya başlamış: Ben şimdi ne yapacağım,şapkaları bu maymunlardan nasıl alacağım...? Düşünceli bir şekilde kafasını kaşırken bir de bakmış,maymunlar taklidini yapıyor ve kafalarını kaşıyorlar...
Adam ellerini havaya kaldırmış,maymunlar da aynısını yapmış.Birden aklına bir fikir gelmiş.Kendi başındaki şapkayı çıkartıp yere atmış,tabii maymunlar da hemen kafalarındaki şapkaları çıkartıp yere atmışlar.Adam böylece bütün şapkaları toplayıp sepetine koymuş.
Aradan 50 sene geçmiş.Adamın bir torunu varmış. O da dedesi gibi şapka satıcısı olmuş.Günlerden bir gün onun da yolu aynı ormana düşmüş. Hava yine çok sıcakmış ve genç adam da dinlenmek için bir ağacın altına oturmuş,şapkalarla dolu sepetini de yanına koymuş ve uykuya dalmış. Bir saat sonra uyandığında bakmış ki sepetin içinde şapkalar yok!...Derken tuhaf sesler duymuş,bir de kafasını kaldırmış ki ne görsün,ağacın üstünde bir sürü maymun,hepsinin kafasında birer şapka.Adam düşünmüş: Dedem yıllar önce bana bir hikaye anlatmıştı. Ne yapacağımı çok iyi biliyorum.Adam kafasını kaşımaya başlamış,maymunlar da aynısını yapmışlar.Adam ellerini havaya kaldırmış,maymunlar da ellerini kaldırmış.Adam gülümseyerek kendi başındaki şapkayı çıkarmış yere fırlatmış.
O anda maymunlardan biri hızla ağaçtan inmiş ve adamın attığı şapkayı kapmış,adama da bir tokat atmış ve: Sadece senin mi deden var!...demiş.