Alman siyasi partileri nihayet bizlerin ve Türkçenin farkına varmaya başladı. Son olarak Yeşiller Partisi eşbaşkanı Claudia Roth, Almanya'daki okullarda Türkçe öğretilmesinin hem toplumun hem de Almanya'nın çıkarına olacağına dikkat çekip, buna tam destek verdiklerini belirterek küreselleşen dünyada çokdilliliğin adeta bir hazine kadar değerli olduğunu vurguladı. Bunun yanı sıra Sol parti (Die Linke) ilkokullarda iki dilli eğitimin şans eşitliği için çok önemli ve gerekli olduğunu vurgulamakta ve anadil derslerinin ilk ve orta dereceli okullarda mutlaka verilmesini savunmaktalar.
Onlar bunu söylerken ve anadilinin önemini savunurken maalesef kendi içimizden bir takım insanlar çıkıp anadil derslerinin almanca öğrenimi için zararlı olduğunu, çocuğun zihni karıştığını, türkçenin evde öğretilebileceğini savunmaktalar. O zaman sormak lazım bu tür düşünce içinde olan insanlara, Almanlar neden okulda kendi çocuklarına mutlaka almanca dersi veriyorlar? Neden almanca dersi bir Alman için en önemli ders olarak görülüyor?
Asimilasyon düşüncesine hizmet eden bu tür tutumlara karşın, değerlerine sahip çıkmada duyarlı bir grup insanımız tarafından geçtiğimiz haftada Düsseldorf'ta Anadil Türkçe mitingi yapıldı. Orada milletine, kültürünün her ayrıntısına, vatanının her karış toprağına, değerlerinin tümüne kısacası GERÇEK vatanperverler, sağ, sol, alt, üst, çıkar demeden ORTAK PAYDALARDA birlikte yekvücut olunmasını kavramış herkes, „Türkçe“ meydanındaydaydı. Bütün sorunlarını ve sorumluluklarını bir kaç saatliğine bir kenara bırakıp, çoluğu çocuğu, hasta ve rahatsız yaşlısı ile meydanı dolduranlara sözümüz: SAĞ OLUN VAR OLUN!
Çocukların gözlerindeki o sevinci, yüreklerindeki o heyecanı, „BIZ ANADİLİMİZ TÜRKÇE İÇİN GELDİK“ diyen o güzel sözleri duyunca insan tüm yorgunluğunu atıyor o anda. Soğuk, rüzgar, yağmur demeden sundukları o muhteşem oyunlarını, haftalarca yalnızca ANADİLLERİ TÜRKÇE için ezberledikleri şiir ve türküleri dinledikçe insan unutuyor tüm hayatın olumsuzluklarını. Bir avucu dahi ancak doldursalar bile bu çocuklar bizi ümitlendirdi.
Kerem Çalışkan’ın deyimi ile „Türkçe’nin adeta yeniden küllerinden doğması“ için çalışmak çocuklarımızın gözlerindeki heyecanı gördüğümüz an meyvesini vermiş oldu. Yorucu olsada güzel ve olumlu bir adım olduğunu anladık. Sayıları henüz azda olsa Avrupa'daki duyarlı Türkler yavaş yavaş Türkçe'nin önemini ve değerini fark etmeye başlıyorlar. Buna artık „Türkçe rönesansımı“ yoksa „Türkçe sevdasımı“ deriz, yoksa ezilmişliğin getirdiği bir „başkaldırımı“ deriz; her ne olursa olsun bu adım atılması gereken bir adımdı.
Peki neden geldi bu insanlar ve neden sahip çıkıyorlar türkçelerine? Almanya ne yazıkki yıllırca ciddi bir uyum politikası üretemedi. Gençleri okulda, meslek hayatında, değişik spor kulüplerinde dışladı, kısaca dedelerinin, babalarının, değerlerini dışladı. En iyi uyum „yabancıyı öncü içinde eritmektir“ anlayışına hakim bir politika yürüttü ve hala daha yürütmekte. Burada doğup burada yetişmiş gençleri suç işlediği an topluma yeniden kazandırma yerine „dışarı atmakla“ korkuttu ve bu politakasıyla aşırı uçları kazanmış olsalar da gençlerimizin gönlünü kazanamadılar.
İşte tam bu karanlık bir ortamda birileri değerlerimize sahip çıkmak niyetiyle meydanlara döküldü. Karanlığa ışık tutacak meşaleleri çıkarsız, riyasız ve korkusuzca taşıyan; çocuğuyla, genciyle, üniversitelisiyle, akademisyeniyle, işçisiyle, iş adamıyla, ev hanımıyla tüm „Türkçe Gönüllülerine“ buradan tekrar teşekkür ediyoruz.