Güneşin, umudun ve kadının sembolü: 19 Mayıs
Dr. Ali Sak
Mustafa Kemal Atatürk ve onun gibi düşünen bir avuç insan, Türk insanının hürriyet, özgürlük ve istiklal azmine güvenerek birinci dünya savaşı sonrası yaşanan tüm "gaflet ve dalalet ve hatta hıyanete" karşı koyarak yola çıktılar. Türk insanının ışığa ve aydınlığa olan aşkını, daima ileriye doğru gidebileceği ışıltılı günlerin özlemi içinde olduğunu ve bu uğurda yanıp tutuştuğunu biliyordu Mustafa Kemal Atatürk. İşte Türk milletinin bu istiklal ve hürriyet azmine güvenerek Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan bağımsızlığa sevdalı bakışları ile İstanbul’dan yola çıktı Mustafa Kemal Atatürk. Türk milletinin ve yurdunun üzerinde oynanmak istenen satranç oyunlarının bilincinde olacak kadar zekiydi Mustafa Kemal Atatürk. Bu oyunda piyon olmak da vardı şah olmak da. Fakat Türk insanının hiç bir zaman piyon olabileceğine inanmıyordu Mustafa Kemal Atatürk. O, bu çirkin oyunları bozacak kadar aydınlık bir beyne sahipti çünkü.
Ve nihayet güneş 19 Mayıs 1919’da Samsun’da doğdu.
O, doğacak olan özgürlük ve istiklal güneşiydi sanki. İşte bu nedenle Türk milleti için 19 Mayıs güneşin adıdır; ölmüş gibi görünse de ufukta, yeniden doğmanın sembolüdür şafakta. O, “Bir kadın yetiştirmek bir millet yaratmaktır” sözüyle kadına olan inancını koymuştu ortaya. Kurtuluş savaşında erkeklerden bir adım geri kalmayan kadınlarımızı karanlıklardan ışığa, aydınlığa çıkarıverdi aniden. İşte bu nedenle özellikle de ezilmiş, horlanmış ve toplum dışına itilmiş kadınlar için özgürlüğün sembolüdür 19 Mayıs.
Yakın tarihimizde özgürlüğün, başkaldırının, bilimin ve güneşin sembolllerinden birisi de Prof. Dr. Türkan Saylan (d 13.12.1935 – ö 18.05.2009) idi. Ölümden korkmayan, hayatını bilime, eğitime ve insanlık uğruna adamış bir kadın. Bilimiyle, şefkatiyle, dirayetiyle adeta her sabah şafakta doğmasını beklediğimiz bir güneş gibi. Adını ebediyen tarihe yazdıracak kadar zeki ve etkileyici olan, güneşin doğduğu sürece de yeniden doğmaya ve doğurmaya hazır olan bir kadın.
Karanlığı sevenler, kadının daima karanlıkta, duvar arkasında kalmasını isteyenler ve kadına sadece cinsel uyarıcı gözüyle bakanlar tarafından hiristiyan misyonerliği ve PKK ile işbirliğiyle suçlandı Türkan Saylan. Bu konuda sahte ve uyduruk belgeler üretildi ve bu sahte belgeler pervasızca bazı sözde basın tarafından yayınlandı. Bunun da ötesinde, Türkan Saylan müslüman düşmanlığı, burs verilen kız çocuklarını dininden ve kültüründen koparma gibi iftiralara maruz kaldı. Ve en önemlisi, Türkan Saylan darbecilikle suçlandı. Oysa Türkan Saylan, “ne darbe istiyoruz, ne şeriat” söylemiyle nerede durduğunu ve olduğunu kesin bir dille belirttiği halde, belirli karanlık bir kesimin sürekli gözetimi altındaydı; gözleniyor ve dinleniyordu. Çünkü o Mustafa Kemal Atatürk’ün tarif ettiği gibi “Bir kadın yetiştirmek bir millet yaratmaktır” deyimini özümseyerek tüm kızların eğitim almaları, bilinçlenmeleri ve kendisi battığı zaman bu milletin gönlünde birer güneş olarak doğmalarını istiyordu. Fakat onlar istemiyordu Türk kadınının aydınlanmasını, bilinçlenmesini ve kendi kaderini kendisinin çizmesini. Çünkü onlar hala daha “kadının kaderini erkek çizer” görüşündeydi.
Onlar, Türkan Saylan’ı durdulabilmek için son çareyi kanser tedavisi gördüğü anda çirkin bir saldırıda bulunmadan da çekinmediler. Saldırgan yorum ve haberleriyle tepki çeken bu gazete cenahı kanser tedavisi gören Türkan Saylan'la ilgili çirkin bir yazıya kin ve nefret kusan gazetelerinde şu şekilde yer vermişlerdi: "Hayatını örtü düşmanlığına adadı…Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı..Allah’ım (cc) sen her şeye kadirsin!.." Bu cenah, kemoterapi gördüğü için saçları dökülen Saylan'a alışkın olduğu bir şekilde bel altından vuruyordu. Alah’ın adını da kullanmaktan çekinmiyordu. Ona sağlığında yaklaşamayan bu çirkin cenah Türkan Saylan’ı en korumasız tarafından vurarak, hastalığından yararlanmak istiyordu; tüm korumasız kadınlardan yararlanmak istedikleri ve yararlandıkları gibi. Bu cenah birinci sayfadan verdiği başka bir haberinde de Türkan Saylan için “Sabih Kanadoğlu’na ‘Cumhuriyet Ödülü’ veren ve turp gibi sağlıklı görünen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan Ergenekon’un 12. dalgası sebebiyle televizyonlara ağır hasta görüntüsü vermişti” ifadeleri kullanıldı. Onlar çağdaş yaşama karşı savaş açmışlardı. Çünkü çağdaş yaşam yeniden doğuşdu, dirilişdi, başkaldırıydı ve bu cenahın en çok korktuğu şeydi; bilimin, aydınlığın ve güneşin sembolü.
Fakat Türkan Saylan, ona atılan iftiralara rağmen, yaptıkları “çirkefliğe” Allah’ı da alet etmelerine rağmen, hastalığına sevinenlere rağmen, sabahın alacakaranlığında evindeki aşk mektuplarına varana kadar incelenirken bile, pencerede durup halkına gülümseyerek sanki “güneş umuttan şimdi doğar” der gibi sevenlerini teselli ediyordu. Ve Türkan Saylan 18 Mayıs 2009 şafak vakti, güneşin doğacağı vakitlerde, gözlerini kapadı. 19 Mayıs günü de yeniden doğan yüzbinlerce güneşle birlikte ebedi mekanına uğurlandı. Sen rahat uyu hocam. Mekanın cennet olsun, sen rahat uyu. Gözün arkada kalmasın, sen rahat uyu. 19 Mayıs günü seni uğurlasak da…Aynı gün nice güneşler doğdu ve daha nice Türkan Saylan’lar doğacak, sen rahat uyu.