kaynak: Ordulular derneği dergisi sayı 9
Toplumsal değişim
Dr. Ali Sak
28 nisan 2008
Toplumsal değişim
Dr. Ali Sak
28 nisan 2008
Son yıllarda psikolojik rahatsızlıkların hızla arttığı gözlemlenmektedir. Depresyon, korku atakları ve çevresel gelişmelere uyum sağlamada zorluklar sadece psikolojimizi değil aynı zamanda bedensel rahatsızlıklırımızı da (kalp aritmisi, bağışıklık sistemi bozuklukları, mide, bel baş ve benzeri) beraberinde getirmektedir ve psikosomatik diye adlandırdığımız, temeli psikolojik rahatsızlıklara dayanan, birçok hastalığı kapsamaktadır. Bu sorunların temelinde yatan nedenleri belirlemek oldukça güç olmasına rağmen belirli noktalara değinebiliriz. Asıl sorun insanoğlunun gerek zihinsel, gerekse bedensel olsun, çağımızın hızlı gelişmelerine ayak uyduramamasıdır. Bel ağrıları oturma şekillerimize; diş, damar, kalp sorunları beslenme şekillerimize; solunum sorunlarının çevresel kirliliğin artmasına bağlamak mümkündür.
Psikolojik rahatsızlıkların nedenleri
Psikolojik sorunların temelindeki nedenler nedir peki? Psikolojik rahatsızlıklarımızı da çevremizdeki değişkenlerin artmasına ve değişme sürelerinin kısalmasına bağlayabiliriz. İnsan psikolojisinin temel görevlerinden birisi de değişken çevresel etkilere göre tepki vermek ve bu şekilde çevreye uyum sağlamaktır (örneğin: ağlayanla ağlanmalı, gülenle gülmeli, yetişkinle yetişkin, çocukla çocuk olmalı). İnsan çevreye uyum sağlamakta zorlandığı durumlarda psikolojik rahatsızlıklar da artmaktadır. Bu nedenle örneğin Almanya’daki vatandaşlarımızın psikolojik sorunları Türkiye’dekilerden çok daha fazla ve farklı olabilir. Depresif (moralsiz, çökkün) durumda olanlar işlerini takip etmekte zorlanır, nevrozlu (siniri bozuk) kişiler davranışları ile çevresindekilerle uyumsuz haller gösterirler.
Pekala bu uyum zorlukları nereden kaynaklanıyor ve neden giderek artmaktadır? Çağdaş toplumlarda temel olarak dört sorun vardır:
(1) her türlü alanda hızlı gelişmeler,
(2) optime etme tutkusu,
(3) bilgi akımının yoğunluğu ve
(4) yön, hedef belirme kaybı.
Hızlı gelişme süreci içerisinde birey gelişmeleri artık kontrol edemez duruma gelmektedir. Artan bilgileri algılamakta zorlanmakta ve nihayetinde hedefini şaşırmaktadır. Örneğin işyerlerindeki hızlı gelişim ve değisim sonucu insanoğlu yaptığı işin sonucunu görememektedir ve çalışma temposu da genellikle kendi tarafından değil makina tarafından belirlenmektedir. İşyerlerinde hakim olan bu gidişat insanın diğer yaşam alanlarını da etkilemektedir. İnsanlar kendi arzularıyla değil genellikle dış etkenlerin etkisiyle, örneğin giderek artan sıklıkla iş, ev, arkadaş ve eş değiştirmektedir. Bu, toplumsal hızlı değişim, optime etme ve bilgi artışı sonucu, insanoğlu „ürkmüş bir tavşan“ misali kontrolsüz bir şekilde kaçmakta ve nihayetinde donup kalmakta. Bu değişimin tek nedeni ise toplumsal baskı nedeniyle ve medya aracılığı ile verilen mesajlarda „daha çok değişim-daha çok yenilik-daha çok kazanç“ düşüncesinin hakimiyetidir.
Bilgi hazmindeki doyumsuzluğun sorunları
Besin hazminde olduğu gibi bilgi hazminde de bir doyum duygusu olmadığından dolayı insanlar aşırı bilgi akımına karşı kendilerini bir şekilde soyutlamaktadırlar. Örneğin son zamanlarda hiç bir bilgi edinme çabası olmadan sunulan yarışma programlarının izlenme başarısını bu olguya bağlayabiliriz. Bir nevi güçsüzlük duygusuna kapılan insanlarda çevresindeki gelişmelere karşı kayıtsız kalma eğilimi artmaktadır ve „ne yaparsak yapalım değiştirme gücümüz yok“ duygusu ağır basmaktadır. Medya tarafından sürekli empoze edilen olumsuz gelişmeler nedeniyle insanların bilinç altına tehlike unsuru yerleşmekte ve kendilerini savunmaya almaktadırlar. Gelişmelerden kendini soyutlayan halk nedeniyle, çoğulculuğu baz almış demokrasiler ise bu gidişat sonucunda mutlaka zamanla yara alacaktır.
Bu gelişmeler insanlarda sadece korku değil, aynı zamanda bir de hedef ve yön belirme kaybını beraberinde getirmektedir. Herşeyin hızla değiştiği dünyada tek sabit kalan unsur ise onlara göre genellikle Tanrı veya dindir. Bu derece hızlı gelişen ve değişen toplumlardaki bir başka sorun da, hızlı değişimin beraberinde ve medyanın da yardımıyla temel değerleri, kültürü, dili ve değişmez kabul ettiği dini de değiştirme çabalarıdır. Örneğin laiklik unsuru da son zamanlarda bazı kesimler tarafından ustaca ve bilinçli bir şekilde insanlara laiklik=dinsizlik olarak tanıtıldığı için insanlar tek sabit kalan unsurun yok oluşundan endişelenmektedirler. Dinin ağırlığı kayıp olan toplumlarda ise insanlar alternatif „sabit unsurlar“ yaratmaya çalışmaktadır. Bu nedenledir ki tüm toplumlarda dine dönüş artmaktadır. Bu gelişme haklı ve tabii olmakla beraber çok büyük tehlikeleri beraberinde getirmektedir. İnsanlar, değişken olmayan tek unsuruda kayıp etmemek için çok kolay yönlendirilebilmektedirler.
Bir takım şeylerden yoksun gelişen toplumlardaki insanlar hayatlarını sürdürebilmek için korunmaya ve belirli „yedek parçalara“ ihtiyaç duymaktadırlar. Kimileri saatlerce hiç bilgi edinmeden televizyon karşısında, kimileri biligisayar oyunlarıyla, kimileri isole olarak, kimileri de belirli uyusturucu ilaçların da yardımıyla kendilerini bu gidişattan kurtarma çabasındadır. İnsan psikolojisi, yapısı gereği güvene ihtiyaç duymaktadır. Örneğin yabancı bir ortama giren birisi uyum sağlayana kadar kendini güvensiz hisseder ve gerilir. Bu gerilme sonucu duruma göre korku, ruhsal çöküntü (depresyon) ve saldırganlık, yani stres belirtileri ile karşılık verir. Normalde insan stres ortamından „kaçma“ eğilimindedir, yalnız modern toplumlarda bu pek mümkün olmadığından dolayı bir çok bedensel aktiviteler çöküntüye uğrar ve sonuç itibari ile bedensel hastalık belirtileri meydana gelir (örneğin kalp damar sorunları, bel, baş, mide ağrıları gibi).
Peki bu gidişata karşı bir çıkar yolu yokmu? Elbette var:
(1) mümkün oldukça gelişmeleri takip etmeye çalışmak,
(2) arkadaş çevrelerinden kopmamak,
(3) sohpet geceleri düzenleyerek stres ortamını konuşarak azaltmak,
(4) spor yaparak stres ortamından kurtulmak ve
(5) siyasi irade olarak bir takım değişmez değerleri (dil, kültür, din) koruyarak insanlara kalıcı unsurların da önemini hatırlatmak.