Sessiz çoğunluğun sesi olmak
Dr. Ali Sak
Birisinin adı „Hristiyan Demokrat“ diğerininki „Sosyal Demokrat“ olan bazı siyasi parti temsilcileri gerçek emellerini ortaya koymuş oldu. Önceleri uyum ve eğitim nakaratları atarak Almanya Türk toplumunu uyutarak uzun vadeli planlarını gerçekleştirme peşindeler. Bunu yapabilmek için önce çağdışı köle yasasını (2007 de çıkan göç yasası) çıkararak Türklerin anavatanlarıyla bağlarını, ardından anadilini konuşma yasaklarıyla dilleriyle bağlarını ve nihayetinde dinlerini engelleyerek (cami yapımı yasağı, Alman İslamı gibi söylemlerle) din ve kültürleriyle bağlarını koparıp Alman toplumu içerisinde eritme (asimile) arzusundalar. Kendilerince göçmenlerin „değersiz“ gördükleri eğitimsiz, işsiz ve „erimeyen“ kesimi ise ürkütüp kaçırmak niyetindeler.
Günah keçileri lazım
Alman toplumunun göçmen kökenli, bilhassa da Türk-İslam bağında olan tüm yabancılara nasıl baktıklarına son günlerde nihayet hepimiz şahit olduk. Sarrazin adında bir Don Kişot sürdüler meydana ve Alman halkının yaklaşık 70%nin düşündüğünü, fakat bir türlü söyleyemediğini açıkça söylettiler ona. Türklerin ve müslümanların ne aşırı doğurganlığı, ne suçluluğu, ne tembelliği, ne de aptallığı kaldı. Tüm bunları söylerken „bizden birisi“ demeye bile dilimin varmadığı kimliğini yitirmiş insanlar da kendi çıkarları uğruna bu oyuna alet oldular ve hala daha nice Necla Kelekler çıkıyor ortaya. Ekonomi kötüye mi gidiyor? Suçlu Türkler ve müslümanlar. İşsizlikmi artıyor? Hedefte gene Türkler ve müslümanlar. Esmer birisi suç mu işledi? Suçlu hemen hazır, Türkler ve müslümanlar.
Eskiden seçimler yaklaştıkça Türklere sözlü saldırılar da artardı. Malum seçim zamanı av zamanıdır. Zaten her fırsatta suçlu durumuna koyabilecekleri ve günah keçisi, ya da kara koyun olarak kullanabilcekleri bir kesim vardı: eğitimsiz, işsiz, asalak Türkler ve müslümanlar. Fakat seçme hakkına sahip olan Türk ve müslüman sayısı arttıkça bu tür saldırılar başka mecralara çekilmeye başladı. Son bir kaç yıldır Alman siyaset arenası bölündükçe marjinal sayılacak oy oranına sahip Türklerin oyu da değerlendi. Daha önceleri açıktan saldıran siyasiler bile (örneğin Hessen eyalet başbakanı Roland Koch) kinlerini gizlemeye çalıştılar. Fakat kendilerinin yapamadığını birileri mutlaka yapması gerekiyordu; kimse yapmıyorsa bile birileri bulunmalıydı. Bu görevi de Sarrazin ve medya üstlendi.
Çok değil bundan bir kaç yıl önce CDU Hessen eyaleti başbakanı Roland Koch öncülüğünde, Christian Wulf takviyesiyle ve Angela Merkel desteğiyle CDU partisi günah keçisi ve kara koyun avına çıktmıştı. O dönemde Almanya’daki suçların büyük bir oranından Türkler ve müslümanlar sorumlu tutulmuş ve neticesinde „tüm (suçlu) yabancılar dışarı“ sloganlarıyla manşetler atılmıştı. Bu slogana sadece onlar değil „bizden birileri“ de destek olmaya başladı. FDP Hamburg federal milletvekili Serkan Tören’de aynı söylemi kullanarak „suç işleyen yabancılar sınırı dışı edilmeli“ diyerek resmen Alman aşırı sağ politıkalarına destek oluyor; hem de Almanya Türk Toplumu temsilcisi olarak. Bu ve benzeri örnekler o kadar çok ki Almanyada. Hessen eyaleti CDU yönetim kurulu Dr. Yaşar Bilgin’de aynı bağlamda eyalet başbakanı Roland Koch’a yabancılar konusundaki demeçleri dolayısıyla resmen destek vermişti. Hani derler ya „kime nasip, kime kısmet“. Almanya Türk toplumunu temsil edeceğim, veya en azından azınlıkların hakkını savunacağım diye ortaya çıkanlar bir süre sonra aynı toplumu arkadan hançerlemeye çalışmaktalar.
Suçlu doğulmaz, suçlu olunur
Kabul ediyoruz yabancı kökenli gençlerin suçluluk oranı yüksektir. Fakat suçluluk ırkdan veya soydan gelen bir olgu değildir ki. Zira suçlu doğulmaz, suçlu olunur. İstatistiklere göre birinci ve ikinci neslin suçluluk oranları (yabancı yasasından kaynaklanan suçlar dahilinde) Almanlara nazaran çok daha az idi. İlginçtir, yabancılırdaki suçluluk oranı Almanya’daki ikamet süresi arttıkça artış göstermektedir. Sonuç itibarıyla Türkler suçlu doğmadılar, Almanya’daki sosyalizasyon neticesinde suçlu oldular. Bunun nedenlerini araştırmadan her yeni doğan Türke ve müslümana potansiyel suçlu gözüyle bakılması hangi hristiyan öğretimine ve hangi demokratlık ilkeleriyle bağdaşıyor? Ondört ve yirmibir yaş arası gençlerde 1997-2006 yılları arasında suçluluk oranlarındaki değişmeleri karşılaştırdığımız zaman önümüze şöyle bir tablo çıkıyor: Bu süre içinde Almanlarda genel suçluluk oranı yüzde 10 artarken, yabancılarda yüzde 30 düşmüştür. Ağır suçlarda Almanların suç oranı yüzde 43 artış gösterirken, yabancılarda bu oran yüzde 2.6 düşmüştür (eyaletler içişleri bakanlığı toplantısı 2007 raporu). Bu gelişmeye rağmen nüfus oranına göre yabancıların suçluluk oranı Almanlara nazaran 2-3 kat olduğunu gizlemiyoruz. Bununda elbette nedenleri vardır ve ayrıca araştırılmalıdır.
Önce kendi kapıyın önünü süpür
Kabul ediyoruz suçlu her kimse cezasını çekmelidir. Fakat burada doğmus ve burada sosyalizasyonunu tamamlamış ve neticesinde suçlu olmuş birisi cezasını burada çekmeli. Sırf türk kökenli diye atalarının geldiği ülkeye atılma kaygısı olmamalı. Netice itibarıyla o kişiyi Türkiye değil Almanya suçlu duruma getirmedi mi? Evet kabul ediyoruz gerekirse ceza oranları yükseltilebilir. Fakat bunu yapmadan önce mevcut yasalardaki olanakların kullanılması gerekmez mi? Yargı sistemine çalışabileceği uygun ortamı yaratmak gerekmez mi? Elbette gerekir, önce yasa koyucu ve siyasi otoriter olarak ev ödemlerin yapılması gerek. CDU Hessen eyaleti başbakanı sayın Koch’dan örnek vermiştik. 2008 yılında sayın Koch yabancıların suçluluk oranının yüksekliğinden yakınarak‚ hızlı bir şekilde yargılanmalarını talep etmişti. İlginçtir, sayın Koch’un yönettiği Hessen eyaletinde hakimler kurulu eyalette 4000 hakim eksikliğinin olduğunu belirtmişti. Bu nedenle de Hessen eyaletindeki davaların süreci Almanya genelinde en son sıralarda kalmıştı. Örneğin hafif suçlardaki dava süreci 2.3 ay ile Bavyera eyaletinde en hızlı ve Almanya genelinde 3.1 ay iken, Hessen eyaleti 4.1 ay ile en son sırada kalıyordu. Ağır suçlardaki ortalama süreç 3.5 ay ile Thüringen eyaletinde en hızlı ve Almanya genelinde 5.4 ay iken, Hessen eyaleti 8.0 ay ile gene en son sırada idi. Kapısının önünü süpürmeyen veya ev ödevini yapmayan sayın Koch eksikliklerini örtbas etmek için günah keçisi veya kara koyun avına çıkmıştı.
Sessiz çoğunluk hep haklı mıdır?
CDU Hessen eyalet başbakanı Roland Koch aynı dönemde Hessen okullarında burka kullanımını yasaklamaya kalkmıştı. Oysa o dönemde Hessen’de hiç bir tane burka takan öğrenci olmadığı tespit edilmişti. Ve gelen sorular üzerine sayın Koch’un cevabı şöyle olmuştu: “Ben yasayı her ihtimale karşı çıkarayım da, ne olur ne olmaz.” O halde sayın Koch bir de balina avlama yasağı getirseydi, gerçi Hessen’de balinaya uygun yaşam şartları yok ama, ne olur ne olmaz değilmi? Ne demişti Türkiye Cumhuriyeti emekli genelkurmay başkanı sayın Hilmi Özkök? „Ben kasaptaki ete soğan doğramam“. Sayın Koch ise kasaptaki ete değil, henüz doğmamış dananın etine soğan doğramıştı zamanında. Tüm suçlamalara karşın sayın Koch’un cevabı “Ben sessiz çogunluğun sözcüsüyüm” olmuştu. Peki kimdir bu sessiz çoğunluk? Sessiz çoğunluk halkdır. Ve aynı halk için şimdi de Sarrazin aynı şeyi söylüyor: “Ben sessiz çogunluğun sözcüsüyüm”. Gerçekten de Alman halkının yaklaşık 70% Sarrazin’i gizliden veya açıktan onaylıyor. Bundan da öte, yukarıda adı geçen araştırmaya göre (Decker ve ekibi 2008) halkın yaklaşık 50%si milli menfaatler açısından güçlü bir tek parti ve 34%ü de tekrar bir „Führer“ (lider) arzuluyor. Acaba bu özlem sadece Alman halkına mı özgü? Acaba bu ve benzeri, göçmen azınlıkların haklarını ilgilerindiren konularda Almanya’da bir refarandum düzenlense sonuç ne olurdu? Halk ne derse doğru mu der acaba? Demokrasi halkın iradesine bırakılmalı mı? Yoksa demokrasileri koruyucu ve değişmez maddelerin olması şart mı? Bu ve benzeri soruların cevabını ileriki yazılarımda ele alacağım.